
Öğretmenlik yıllarımda bir gün sınıfa şu beyiti yazmıştım:
Bende yok sabr u sükûn sende vefâdan zerre
İki yokdan ne çıkar fikr idelüm bir kerre.
Ardından öğrencilere, “Bu beyitte şair, mahlasını gizlemiş. Bulabilir misiniz?” diye sormuştum. Zaman verdim, ipuçları sundum, ama bilen çıkmadı. Kaç sınıfta tekrarlasam da sonuç değişmedi.
Oysa cevap, divan edebiyatının hikemî şiirleriyle derin izler bırakmış şairiydi: Nâbî.
Beyitte tekrar edilen “yok” kelimesiyle, mahlasını incelikle işaret ediyordu. Çünkü “Nâ” da “bî” de yokluk manasına gelir. Biz hâlâ “naçar” ya da “biçare” derken aynı kökten gelen kelimeleri kullanıyoruz.
Ama asıl düşündürücü olan şuydu: Nâbî’nin beyitinde bir sanat inceliği olarak dile gelen “yok” kelimesi, bugün hayatımızın neredeyse merkezine oturmuş durumda. Çünkü artık çok şey “yok”…
Vefa yok, sabır yok, anlayış yok. Birbirini dinlemeye, anlamaya çaba göstermek yok. Mehmet Âkif yıllar önce sitemle seslenmişti:
Vefa yok, ahde hürmet hiç, emanet lâfz-ı bî medlûl;
Zaman değişse de dert aynı. Yine bir başka yürek Namık Kemal, şiirinde haykırıyordu:
Gül ruhluların misali yoktur,
Hurşîdin o rengi âlî yoktur.
Ağyâr ile ülfet etmek ister,
Ben ölmeden ihtimali yoktur…
O günlerden bugüne uzanan çizgide, insanın insanı anlama çabası giderek eksiliyor. Oysa medeniyet, varlıkların çoğalmasından değil, yokların azalmasından inşa edilmez mi?
Erdem Bayazıt da çağımıza dokunan bir duyuşla şöyle sesleniyordu:
Yok gibi yaşamak bu
Kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan
Durma bana türkü söyle Anadolu olsun
Susuz dudak gibi çatlak olsun
Karanfil gibi olsun
Kara çiçek gibi solgun yüzün…
Bütün bu dizeler aslında tek bir hakikati işaret ediyor: Biz yoklar içinde var olmaya çalışıyoruz. Varlığımızın kıymetini eksikliklerimiz hatırlatıyor. Belki de asıl mesele, yokları yok edebilmekte, yerine anlamı, vefayı, samimiyeti koyabilmekte.
Sevginizi, samimiyetinizi hak etmeyenleri defterinizde bir “yok” olarak bırakmak yeni var’lar için kimbilir bir kapı olacaktır.
Yokluğun bizleri tamamen sardığı bu iklimde var özlemi ile yazımı Nâbî’nin sesiyle nihayete erdireyim:
Yoklamazsın hîç var mı dilde dâğın yâresin
Böyle mi gözler güzeller âşık-ı bîçâresin

Çok güzel 👍