sana bakacak yüzümüz yok yusuf
gönlümüz kırık
yüzümüz yerde
mücrim ve mahzun
döndük rabbe
sinemizde bir hıçkırık
ne günlere kaldık
ne suratsız günler
bu günler yusuf
ne yümünsüz günler
ne acılar var ve ne sürgünler
zamanın bitişinde
sana diyecek bir sözümüz yok yusuf
kan damlıyor dişlerinden
zalimlerin
baban uçtu gitti arkasına
ta koca koca ümitlerin
koskoca bir ayrılık
derin bir yalnızlık
dağ olsa patlardı
yana yana
taş olsa çatlar, savrulurdu
dört bir yana
ne diyelim sana bilmiyorum yusuf
iyiler yalnızdı
kötüler de azdıkça azdı
merhamet zindanda
vicdan kelimelerde kaldı
ama sen bilmiyordun yusuf
annen vardı yanında
gülümsüyodun
ona her baktığında
sana verecek bir tesellimiz yok yusuf
seni annenin kucağından
çaldılar yusuf
çaldılar yusuf
kimse ses etmedi
dönüp dönüp gittiler
ölüm renkli gölgeler
perdeleri çektiler
perdeler çekildi gözlerine
görmediler seni yusuf
göremediler
annen giderken
seni öpmek istedi
ah yusuf
taş kesilmiş kalpler
taş kesilsin
o anneye uzanan eller
o anneye kelepçe takan eller
sana gelecek yüzümüz yok yusuf
yüzü yok bu asrın
maskeler var
kara kara
simsiyah kalpler gibi
korkunç maskeler
insan suretinde gezer
her yerde
sana gülecek tebessüm de kalmadı yusuf
annen mi zindanda sen mi
sen mi garip kaldın annen mi
hani bir zamanlar
Mekke kayalıklarından geçerken
abtah denilen yerde
küçük Seleme’yi de
koparmışlardı annesinden
Abtah anlatsın dehre
gözyaşlarını Ümmü Selemenin
sana söyleyecek sözümüz yok yusuf
ama öyle bir gün
bekliyoruz ki yusuf
öyle bir gün ki
çarpacağız suratlarına zalimlerin
o zaman
deriyi taşa çarpar gibi
bütün bu acı tabloları
sana sessiz kalanların
annene terörist diyenlerin
sana oh olsun diyenlerin
yusuf
işte onların da suratlarına
sen biraz büyü yusuf
annen gelinceye kadar
sen biraz yürü
annene koşuncaya kadar
ama ne olur bize kızma
darılma ne olur
vefasızlığımıza
sana gelecek gücümüz yok yusuf
sana diyecek sözümüz yok…