Benim Öğretmenim… Bir Gül’den Öğrendim Gonca Sevdasını Bazı insanların söze sığdırılması… Adını yeni öğrendiği güneşi bir çocuğun küçücük elleriyle göstermesi gibi… Yüzdeki aydınlık, gündüz ruhlu insanları nasıl anlatırsa onun gibi bazı insanları sadece sevilen sözüyle anlatmak, sevgiye yolu uğramışlar için yeter aslında. Sevgi kahramanıyla yola çıktıysanız; sadece yaşadıklarınızı anlatın; kahramanı herkes kendince anlayacaktır zaten. Zira penceresi kadar düşer bir eve ayın ışığı… Anlatmaya çalışırsınız ya bazen zifiri gözlerle sabahı arayanlar gibi hani… Diyecekleriniz vardır aslında ama sözcüklere ağır gelir anlatacaklarınız. Elinizdekiyle ortada öylece kalırsınız. Sağa sola bakarsınız bir el uzansın istersiniz. Aslında yardım edecek çoktur ama yükünüz hayli fazladır. Benim öğretmenim işte böyle bir anda hayatı anlamaya çalıştığım ve tüm acizliğimle nerde ne yapacağımı bilmediğim, ne olacağım, nasıl yapacağım dediğim anda “Hızır gibi yetişti.” der ya Anadolu insanı; aynen öyle gelendir. Köyümün o temiz havasında bana baharı unutturacak bir yeşillik sunan ve her yanı gül gösterecek yaprağı gözüme koyandır. Çetin kışları aşacak azığı bohçasından çıkarıp cömertçe sunan aynı insandır. Hayatın kadife anlatımlarında bir iç çekişimdir şimdi o benim. Nerdesin deyişim; ne de güzelmişsin deyişimdir. Yanındayken fark etmedim hayatın zorluklarını. Onun atmosferinde tüm kötülüklerin bir anda gök taşları gibi erimesinden olsa gerek. İyilik soluklar, hayata hep aynı pencereden bakar ve nazlı ye tebessümlerle kucaklardık neyimiz var ise. Kendi evladından ayırt etmeyecek kadar samimi davranan bir insan için ne der insan? Tabi ki diline en çok yakışanı, onu en çok heyecanlandıran sözlerden bir tanesini seçer ve öğretmenim der. Ne güzel sözdür o söz; anne merhametini, baba vakarını içine alan. Yalnızlığı bir yıldız olmaya dönüştürene ne de güzel yakışıyor; öğretmenim, öğretenim.
Hayat şiirinin kafiyesi, her dönemde dile düşen nakaratı, anıların baş tacı, iyi kilerin semtindeki kahraman; öğretmenim… Zamana adamış kelimeler içinde en çabuk bulduğumdur. İçimdeki insan mezarlığına inat asla ölmeyendir o. Hayatı hayat kılan değerlerin manzumesi, öğretti bana içli besteleri okumanın adabını ve yolunu. Aynı hecelerde emekleyenlerden olurdum eğer karşıma çıkmasaydı. Ben öğretmenimle bir sırada buluştum, tozlu tebeşirlerle konuştum. O kara tahtadan bembeyaz dünyaları gösterdi bana. Ellerime kitap tutuşturdu ve bu bugünlük sen de kalsın dedi. Ellerimi gevşetmeden eve kadar giderdim. Ve uzun uzun okurdum verdiklerini. Aklımdan bilmem ki kaç kez tekrar ederdim dediklerini. Nasıl da almıştı beni hayatın satır aralarından. Yürek terlemelerine ortak edecek sevdaları yaşayan bu adam bu içtenliği nereden öğrenmişti ve onu bende farklı kılan neydi? Sonradan anladım ki öğretmen hayatın süveydasında imiş. Tüm konuşmalarının samimi duruşunda sergilenmesi de bundanmış. Bir piyes oynayacaktık; 23 Nisan Bayramı münasebetiyle. Bana Kaymakamlık düşmüştü rol olarak. Kaymakam gibi giyinmem gerekiyordu. Kendi kravatlarından birisini boynuma bağlarken, en ufak bir işimizle bile ilgilenen bu yüreğin bu sonsuz himmeti beni havalara uçuruyordu. Biz çocuklar parklardaki eğlence araçlarından, en güzel piknik yerlerinden, en güzel oyuncaklardan değil; öğretmen sevgisinde boy atıp mutlu oluyormuşuz; onu anladım. Artık hayallerimde ilçeye gidince parka gitme arzusu yoktu birçok arzu gibi. Sadece öğretmenimin yanında olmak vardı. Bana bu kadar tesir eden sevgisi karşısında dün sevinen bu çocuk, şimdi canım öğretmenim diyen kocaman bir çocuk. Benim öğretmenim öğretti zamanı durdurmayı. Hadiseleri sorgulamayı. Hep ama hep çocuk masumiyetinde kalmayı... Ve biliyor musunuz, kar yağdığında en çok ben kartopu oynamayı istiyor, ilk kardan adamı yapmayı ben düşünüyorum. Zamanın karşısında mum gibi erimek yerine o içteki sevgiyle etrafı bir güneş gibi aydınlatmayı bana anlatan adamın siluetini görüyorum çocukların masum yüzünde. Ve hep paylaşmaktan yana doğuyor günlerim. Her yanda aynı güneşin şavkından bahisler açan bu garip insan, duruşunu elif gibi bozmadan her insanın yanında hayata tutunmayı ve hayatta dimdik durmayı öğretti. Köy derslerinde doğallıktan ödün vermezdi öğretmenim. Bir gün elinde takvim yaprağı geldi sınıfa. Bir söz okuyayım, isteyen defterine yazsın dedi. “Eğri çubuğun gölgesi düzgün olmaz.” Sanki kendini anlatıyordu bize. Biz gölgesine sığındığımız bu doğru adamın yanlış olmadığını o gölgede durdukça idrak ediyorduk. Şimdi ise gölge olma derindeyiz. Meğer ufku geniş öğretmenim karşısındaki çubuklara kendi gibi olmayı öğretiyormuş. Köy yalnızlığında, elektriksiz akşamlarda içimizi ısıtan birisiydi o. Düğünlerde boş gezdiğimizi görmesinden çok korkardık. En çok korktuğumuz insanı bir çocuk neden bu kadar sevsin ki? İşte korkuları da sevgi yolunda bir adım kılandı benim öğretmenim. İsmimiz en çok onun ağzına yakışırdı. Bir söyleşiyi vardı, tüm ruhumuzla “efendim” derdik. Tüm insanlar bir yana o bir yanaydı. Annemizi, babamızı onunla bir başka sevdik. Annemin ayağının altındaki cenneti, bir babanın kalbinin asla kırılmayacağını ondan öğrendim. Yerli malı haftasında bir poğaçanın paylaşıldıkça bitmediğini, poğaçadan hayat bereket yollarının nasıl gittiğini ve hep gülümsemeyi de… Rasgele taşladığımız hayvanlara merhametle bakmayı, taş attıklarımızı okşamayı, bir kediye süt vermenin ardındaki güzelliği o güzel insandan, öğretmenimden öğrendim. Şimdi bu ince sırlarla donanmış bir kalp nasıl olur da unutabilir ki? Nasıl olur da içi yanmaz ki her hatırlayışında o güzelim günleri? Benim öğretmenim bahçıvan sırrına vakıf, mevsimlere karşı alabildiğine sabırlı, güllerin havasını suyunu iyi hesap eden, derdi içte, bakışı göçte, sevdakar suçtan mahkûm olmuş, duruşu gülden mahcup birisiydi. Kasvetini hal bilmezlere pay etmiş ve yüreğini onulmaz yere koymamış sözleri hep bizleri söylemiş bir nazlı yolcuydu. Bizim semtimize de uğramış kokusunu dokusunu ruhlarımıza kadar işlemiş, geçmişin can köprüsü bir adamdı.
Sükunet limanında ömrünce çağlamaya ahdetmiş, hoyrata asla eman vermemiş, yaşlıdan gence bir deniz feneri olmuş, kendince yaşayan bir karasevdalıydı. Yaşatmak için yaşamanın asil sularında gönlünce yüzen benim sevgili öğretmenim, damlaların okyanusa varmak için yol istediği bir yol; hayatı doğduğu gün gibi candan yaşayan sade bir gül, bir damla rahmetten nasipsiz kalmış toprağa hayat, erguvana baharı öğreten bir nisan yağmuruydu. Büyük emanetin kendisiyle bayraklaşacağını asla unutmayan, bir adımda hedefe bin kere varan, düşmüşe ve yolda kalmışa yârandı. Her anı ayrı muştuydu. Tefekkür sokağının bu nazlı yolcusuyla yürümenin keyfini yaşayanlar bilir. Bakışlarını ardı kesilmeyen, derdini hep dermanı bilen, mecazda gerçeği görendi. Kıştan söz etmeyi ar sayan, başladığı işleri yarıda bırakmayan, güzde bile baharı yaşayan, zaman kavramının üzerinde bir kişiydi benim öğretmenim. Kırılmış kalemlerden düzgün yazılar çıkmayacağını bilecek kadar basiretli bu insan, körpe kuzular yolda kalmasın diye de ıstırapla oturup kalkan içi sızı dolu yüce bir kametti.
Gönül atölyesindeki can ağrılarını âleme gül çağrıları yapmayı bilen ve yalana yol vermeyen o doğruları söylemekle kalmayıp yaşayan biriydi. Gördüğü her kulda yitiğini arardı. Şeref ve gururu yâd ellerde aramazdı. En sıcak mevsimlerde sevdasının duldasında otururdu. Rakkasların kendisinde dönmeyi unuttuğu öğretmenim, hep bir gül sabahının özlemindeydi. Ne zaman kırılacak olsa “Değil mi ki bir gün mutlaka!” der ve yoluna devam ederdi. Duraksız yollarda gördüğümdür o benim.
Tali yollarla işi olmayan merkezden güzergâhlı idi. Bir yolcu gibi dolaşırken bizlere hali bir sevdadan aksederdi. Kutsi yolun sarp yamaçlarını elimizden tutarak aşarken hep aynı söz aklıma gelirdi: “Öğretmenlik kutsal meslek.” Öyle bir insanı tanıdım ki, zifiri gecelerde insanı korkutan o şimşekler çakarken onları yoluma nasıl ışık ve kandil yapacağımı öğretti bana. Bu güzel insanı şimdi çok özlüyorum. Masasında bulduğum bir notunu ezber etmiştim ta o zamanlar. Her halde bu dörtlük onun bize bakışını anlatmaya yetiyordur:
Gül adına güller için yanmaya,
Hayatım boyunca yemin etmişim,
Gönlümü yaktığım bir gülü unutmaya,
Bir aşkın sonu değil ölüm demişim.
Ben de haddim olmayarak o kağıdın arkasına şunları yazdım:
“İnci deniz dibinde çerçöp kenara vurmuş”
Anladık ki bu yolda inci olması zormuş
Yiğit oğlu yiğitler söz verdi mi bir kere
Bir ömür aynı yolda sabit-kadem dururmuş…
Ziya Paşa Akyürek