Kadın yazardan, kadın eleştirmenden veya kadın yayıncıdan; iyiden daha iyi, donanımlıdan daha donanımlı olması bekleniyor, gördüğü itibar ancak bu sayede eşitlenebiliyor bir erkek meslektaşı ile, yani ancak daha iyisini sunarak tamamlıyor toplumun terazisindeki ‘eksiğini’.
En sevdiğim hediyedir kitaplar. Özellikle hediye edilen kitap daha önce hiç okumadığım bir yazara aitse değmeyin keyfime. İşte Arlin Çiçekçi’yle tanışmam da onun bana hediye edilen ‘Servi Nine ve Üç Güzeller’ kitabıyla oldu. 2023 Duygu Asena Roman ödülüne layık görülen bu eserin, kadın cinayetlerine getirdiği farkındalıkla, kadınların toplumda verdikleri varolma mücadelesini anlatan samimi diliyle, bir ağacın etrafında şekillenen kurgusuyla daha çok ses getireceğini düşünüyorum.
Arlin Hanım’a sosyal medyadan ulaştığımda sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissettiren samimiyeti için burdan tekrar teşekkürlerimi iletiyorum. Yoğun çalışma temposunda beni kırmadı. Sizi Arlin Çiçekçi’yle buluşturduğum için çok mutluyum. Bu sıcacık röportajın yeni yılın ilk gününde kahvenize eşlik edeceğini biliyorum. 2024 güzelliklerle gelsin. Keyifli okumalar.
1) Yazarlık yolculuğunuz ne zaman başladı?
Üniversiteden arkadaşım Başak Soysal, Mario Levi’nin Atölye Maçka’daki yazarlık atölyesine başlamıştı ve her atölye sonrası, çok keyifli vakit geçirdiğinden bahsediyordu. Bir süre sonra ben de onun peşine takıldım ve atölyeye yazıldım. O zamana kadar roman veya öykü yazmak gibi bir planım yoktu ama dipte bir yerlerde yazma, yazarak anlatma isteğim varmış. Hocanın verdiği ödevler sayesinde bir şeyler yazıp da benim gibi yazmaya hevesi olan insanlarla paylaştıkça, onların fikirlerini, eleştirilerini dinledikçe yazmaktan aldığım keyif artmaya başladı. Mario Hoca’nın yüreklendirmesi ile de kendime biraz daha güvenerek o keyfin peşine düştüm. Böyle başladı.
2) Yazmak sizin için ne anlam ifade ediyor? Belli bir yazma ritüeliniz var mı?
Nurdan Gürbilek, Sessizin Payı kitabının önsözünde şöyle bir soru soruyor. “Sessizin (henüz konuşmayanın, konuşma imkânı olmayanın, artık konuşmayacak olanın) payına daima el konur. O el konulan payı geri alabilir mi yazı?” Bu sorunun cevabı “Evet.” midir bilmiyorum ama yazmaya dair kendime en yakın bulduğum önerme bu olmuştu.
Yazma ritüeline gelince, belli başlı bir ritüelim ya da rutinim yok, ne zaman fırsat bulursam o zaman yazıyorum ama bunun yanısıra kesinlikle yazma eyleminin bir disiplin işi olduğuna inanıyorum. O yazma kasını sürekli çalıştırmak gerekiyor, aksi halde kullanılmayan her kas gibi zayıflıyor.
3) Sizinle tanışmam ‘Servi Nine ve Üç Güzeller’ ile oldu. Bu kitabınız Duygu Asena Kadının Hala Adı Yok Roman Ödülü’nü aldı. Bir ağacın gölgesindeki üç kadının hikayesini buluşturduğunuz olağanüstü bir kurgu var. Bu anlamlı ödülü aldığınızda neler hissettiniz?
Öncelikle çok teşekkür ederim bu yorumlar ve tanışmalar da ödül değerinde. Ödül haberini aldığımda ilk duygum, mutluluğun da üstüne çıkarak minnet olmuştu. Hem bu takdiri gösteren jüriye hem de sanki ödülü bizzat kendisi veriyormuş gibi Duygu Asena’ya karşı bir minnetti hissettiğim. Böyle bir ödülü 20’li yaşlarımda veya 30’larımın başında almış olsam belki bu kadar anlamlı olmazdı. Bunu şu yüzden söylüyorum; kadın mücadelesinin ne kadar hayati olduğunu, Duygu Asena ve onun gibi erkek egemen düzen ile mücadele eden kadınların, ardılı olan nesiller için ne büyük nimet olduklarını ancak yaşım ilerledikçe kavramaya başladım. Gençlik yıllarımda kadın olmanın, özellikle Türkiye’de kadın olmanın zorlukları ile ilgili böyle bir bilincim, algım ve dolayısıyla bu uğurda mücadele verenlere bu denli büyük bir saygım yoktu henüz. Kadınlar genelde bu bilince, yıllar içinde karşılaştıkları ve deneyimledikleri neticesinde varıyor. Dolayısıyla, ben zaten Duygu Asena’nın ömrü boyunca, haklarını çoktan gözettiği o milyonlarca kadından biriydim ama bu ödülle bir kez daha sihirli eliyle dokunmuş oldu sanki.
4) Bu romandan yola çıkarak özellikle merak ediyorum kadın yazar olmanın avantajları veya dezavantajları nelerdir? Yazarlık kariyeriniz boyunca karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Tam zamanlı olarak kurumsal bir işte çalıştığım için yazarlığı tam anlamıyla mesleğim olarak göremiyorum maalesef. Kadın, erkek fark etmeksizin sadece yazarak geçinmek bir çok yazar için tatlı bir emeklilik hayali. Kadın yazar olmak ise kadın olmanın tüm dezavantajlarını ekliyor bunların üzerine. Bizden önceki nesillere baktığımızda gelişme kaydedilmemiş de değil ama sanırım hâlâ kadın yazardan, kadın eleştirmenden veya kadın yayıncıdan; iyiden daha iyi, donanımlıdan daha donanımlı olması bekleniyor, gördüğü itibar ancak bu sayede eşitlenebiliyor bir erkek meslektaşı ile, yani ancak daha iyisini sunarak tamamlıyor toplumun terazisindeki ‘eksiğini’.
5) Kadın hikayelerini anlatmaya devam edecek misiniz? Karakterlerinizi oluştururken gerçek hayattan ilham alıyor musunuz?
Servi Nine ve Üç Güzeller’e bir kadın hikayesi yazmak niyetiyle başlamamıştım aslında, bundan sonrası için de yazma sürecim nasıl ilerler çok kestiremiyorum ama yine hayata dair üzerine kafa yormak istediğim bir mevzunun, cevabını benim de merak ettiğim bir sorunun peşine düşerim diye düşünüyorum.
6) Biraz da ilk kitabınız ‘Beşerbazın Marifeti’ne değinelim istiyorum. İlginç başlığıyla, anlattıklarıyla ciddi bir okur kitlesinin kalbine girmeyi başardınız. İlk kitabınızı yazarken ki deneyimlerinizi, hislerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Tekrar teşekkür ederim. İlk yazmaya başladığımda roman olacağını düşünmüyordum açıkçası, hatta kitap olması fikri ancak bittiğinde ortaya çıktı. Mario Levi’nin atölyesinde bir hikâyeye başlamıştım. Onun yüreklendirmesi ile o hikâyenin devamını getirme cesareti buldum kendimde ve giderek konunun nereye varacağını ben de merak etmeye başladım. Yazdıkça, ve yazdıklarımı her hafta hocaya ve atölyedeki arkadaşlarıma bölüm bölüm okudukça o paylaşımdan doğan gücü hissetmeye, dolayısıyla başka insanların da okuması fikrinden hoşlanmaya başladım.
Kitap çıktığında ise okurlardan aldığım tepki düşündüğümün ya da umduğumun üzerinde oldu. Tabii tepkilerin bu denli olumlu olmasında ve ciddi eleştirilerden muaf tutulmasında Beşerbazın Mârifeti’nin bir ilk kitap olmasının da payı vardır diye düşünüyorum.
7) Yeni bir kitap müjdesi var mı?
Yakın zamanda çıkacak bir kitap yok. Bu dönemi, işten fırsat buldukça okumaya, merak ettiğim konuları araştırmaya, öğrenmeye ayırıyorum.
8) Kitaplarınızda dikkatimi çeken bir diğer nokta kelime seçimleriniz oldu. Oldukça zengin bir kelime kültürüne sahip olduğunuzu düşünüyorum. Bu kültür nasıl oluştu?
Dilde hali hazırda var olan zenginliğe duyduğum hayranlık ve kıymetini bilmeye, hakkını teslim etmeye çalışmak diyebilirim kısaca, ya da iştah. Dilin sunduğu imkanlar beni her zaman heyecanlandırıyor. Özellikle Türkçe, coğrafyanın kültürel zenginliği ile de doğru orantılı olarak muazzam bir alan açıyor ben de o alanda oyun oynamayı seviyorum.
9) Yazarlık yolculuğunuzda size eşlik eden ustalar kimlerdi? En çok kimleri okumayı seversiniz?
Ustalık olarak düşündüğümde, benden önceki kalemlerin her birinin farklı farklı meziyetlerine öykünerek yazdığımı fark ediyorum. Kimi hicivdeki ustalığıyla, kimi dil yetkinliğiyle, kimi yarattığı dünyalar veya karakterleri ile ustalık ettiler, ediyorlar. Bertrand Russell’dan, Yıldırım Türker’den, Latife Tekin’den, Yaşar Kemal’den, Sermet Muhtar Alus’tan, Füruzan’dan, sayamadığım daha bir çok evvelimden öğrendiklerimle yazıyorum.
10) Kitaplardan konu açılmışken tavsiye edeceğiniz kitaplar var mı?
Yukarıda saydığım ustaların kitaplarına ve klasiklere ek olarak aklıma gelenlerden bir liste yazayım.
Necip Mahfuz – Cebelavi Sokağı’nın Çocukları
Sadık Hidayet – Kör Baykuş
Ayfer Tunç – Kuru Kız
Sema Kaygusuz – Yüzünde Bir Yer
Ivo Andriç – Drina Köprüsü
Daniel Keyes – Algernon’a Çiçekler
Cahide Birgül – Geceye Uyananlar
Louis-Ferdinand Céline – Gecenin Sonuna Yolculuk
Sezgin Kaymaz – Sevinç Kuşları Serisi
Şükran Yiğit – Burası Radyo Şarampol
Irmak Zileli – Son Bakış
Sezen Ünlüönen – Kıymetli Şeylerin Tanzimi
Aylin Balboa – Bu Hikaye Senden Uzun Osman
George Perec – Şeyler
Burhan Sönmez – Masumlar
11) Arlin Çiçekçi yazarlık dışında kimdir? Neler yapmayı seversiniz boş vakitlerinizde?
Mesaiden vakit buldukça dostlarımla, ailemle ve köpeğimle vakit geçirmeyi seviyorum, bu vakit kimi zaman tatil olur, kimi zaman yan yana oturup hiçbir şey yapmadan durmak olur fark etmiyor. Aile (köpeğim ve kedilerim dahil) ve arkadaşlar yanımdaysa her durumda, her yer keyifli geliyor.
12) Son olarak yazarlık yolculuğunun çok başında olanlara bir mesajınız var mı? Onlara neler tavsiye edersiniz?
Tavsiye değil de, yeni bir kalemin hevesini baştan kırmaya sebep olabilecek birçok veri barındıran bu ortamda belki kişisel bir gözlemimi aktarabilirim; edebiyat dünyası, sosyal medyadan takip ettiğimiz temsilinden ibaret değil. Dışarıdan bakınca hep bir kavga gürültü var ve herkes birbirine kızgın, küskün, hata zaman zaman kötücül gözüküyor olabilir ama bu durum, kötü haberlerin veya kötü yorumların yayılma gücünün daha fazla oluşundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. İyiliğin, kötülük kadar haber değeri yok maalesef.
Edebiyat dünyasında (ve belki dünyada); kalender insanların, iyi yüreklilerin, bu işe gönül vermişlerin ve samimiyetle kurulmuş dostlukların sayısı diğerlerinden (göz önünde olmasa da) daha fazla, en azından kişisel deneyimim bu yönde. Özetle; herkes meşrebine göre bir alt dünya inşa ediyor demek mümkün. O alt dünyanın sınırlarını sükûnetle muhafaza etmek de yeni bir yazarın kendine yapabileceği en büyük iyilik olur sanıyorum.