
Berlin’deydim penceremden atları gördüm, kıştı … diyor bir şiirinde Pablo Neruda
Ben de Buckow’a yakın bir yerde kaldığım zamanlar at çiftliği hemen yanımızda idi. Çoğu sabah kalktığımda çayımı alır çiftliğe yüksekten bakan banka oturur atları izlerdim. O günlerde daha çok resimle iştigal ediyordum. Resim çizmek benim için bir terapi gibi bir şey olmuştu. Yazılar yazıyor ama şiirin limanına yaklaşmıyordum. Cahit Külebi’nin
“Şiir beklemeyin gayrı benden
Ey dünyadan gelip geçecek dostlar!
Uykusuz gecelerimi başıboş atlar gibi
Salıverdim ama ne çıkar! ” dediği gibi bir hâl mi bilmiyorum ama atları izlemek huzur veriyordu bana.
Yılkı atı özgürlüğü diye bir metaforu o günlerde keşfetmiştim. Ne eyer var ne kamçı ne ağızda gem… Özgürsün işte. Kırlar, bayırlar senin. Koş koşabildiğin kadar. Hem yalnız da değilsin köyün bütün yılkı atları da yanında. Ne diye boynunu büküyor sıla diyorsun. Ne diye yaz boyunca sana yük verip kışın senden bir tutam otu esirgeyenleri içine dert ediyorsun. Yürü , koş işte özgürsün yılkı atı… O günlerde o at çiftliğine bakarak yılkı atına o kadar çok mektup yazdım ki… Bazılarını kaydettim bazılarını karaladığım resimlerle çöpe attım. Yılkı atı özgürlüğünü hissetmek lazım galiba.
Kanatlarını kırdığı bir kuşu kafesten çıkarıp hadi özgürsün diye onu kapının önüne koyan çiftçiyi yazmıştım daha önce. Farklı tonlarda benzer hisler…
Yılkı atı özgürlüğü
Murathan Mungan ile bitireyim bugünkü güncemi
vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerika’ya
kendi Amerika’sı da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
her şey o eski rüyada kaldı
22.12.2022
Adenauerplatz