Çocuğa Çözülmek / Gökhan Bozkuş


Bir kadını al onu yont yont anne olsun
Her kadın acıma anıtı bir anne olsun
Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne
Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle
Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun

Sezai Karakoç


Bu sabah Sezai Karakoç’un bu şiirini okudum. Sonundaki şu mısra beni adeta çarpıp yerime mıhladı:
“Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun.”



Okudum, tekrar okudum. Çünkü bu dize insanın bütün hayatını özetleyen bir çağrı gibi. Çocukluğa dönmek… Safiyete, merhamete, hayrete.

Çöz çöz çocuk olsun…
Birkaç defa tekrar ettim bu bölümü.
Bir ezgi gibi mırıldandım hatta. Yetenekli bir müzisyen olsaydım, gitarım olsaydı belki de notalarla bezenirdi
Çöz çöz çocuk olsun…
Ne muhteşem bir derinlik…

  Edip Cansever’in o unutulmaz mısrası geldi aklıma sonra: “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor.”
Gerçekten de çocukluk aslında kaybolmuyor. Biz büyüdükçe onun üstünü katman katman örtüyoruz sadece. Karakoç’un “çözmek” dediği de işte bu: O kabukları soyup, gökyüzü gibi baki olan çocuğu yeniden bulmak. Hikâyelerimi düşündüm. Temelinde çocukluğum var. WhatsApp profil fotoğrafımı sordu bir büyüğüm. Orada çocukluğum var dedim. O fotoğrafa bakıyor ve o bahçede koşan çocuğu yaşatıyorum dedim.

   Mevlânâ’ya aitti diye hatırlıyorum “Her gün yeniden doğ.” Bu söz, çocuk olmanın ruh hâlini işaret eder. Çocuk her sabah dünyaya yeniden başlar, dünün ağırlığını taşımadan. Yetişkinlikse çoğu zaman dünün yorgunluklarını bugüne devretmektir. Hatta Yarının endişelerini… Sadî-i Şirazi’nin resmettiği gibi: “Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endişe” Birkaç damla kan ve binlerce endişe

Çöz çöz çocuk olsun..

  Çözülmek, yeniden doğmayı öğrenmek demek. Yani Mevlânâ’nın çağrısı da Karakoç’un çağrısıyla aynı yere çıkar: Çocuk kalabilmek, sürekli tazelenmek.Yenilenmek saf ve duru halimizle…
Bilmiyorum belki de bu yüzden çok seviyorum çocukların gözüyle yazılan kitapları . Zeze ile arkadaşlığım bundandır belki de. Mecid Mecidi’nin filmlerinden çıkamayışım, Kemal Sunal’ın filmlerini çoğu zaman yeniden izleme isteği, bir çocuk ile uzun uzun sohbet etme aşkım ve şevkim… Çekmeceler gibi görürüm itiraf edeyim. Açar ve kendimi çıkarırım oradan. Çekmece demişken Ziya Osman Saba geldi hatırıma

Çocukluğum, çocukluğum…
Bir çekmecede unutulmuş,
Senelerle rengi solmuş,
Bir tek resim çocukluğum…

  Heidegger, insanın dünyada olma hâlini “açıklık” üzerinden anlatır. Ona göre hakikati görebilmenin ilk adımı, hayret edebilmektir. Çocuk, işte bu açıklığın en saf hâli değil midir? Makyajı yoktur onun kelimelerinin. Düz, doğal ve sade…
Nesnelere bakar ve “bu nedir?” diye sorar. Alışkanlıkla körleşmez. Yetişkinin gözünde sıradan olan, çocuğun gözünde mucizedir. Belki de felsefenin özü bu yüzden “çocuk kalabilmek”tir.

Mevsimlere, haftalara günlere çocuk kalarak bakabilmek Hilmi Yavuz usta gibi

eylül! daha çocukluğumdan
beri size bakardım ben
bir yazın azalmakta olan
sözcüklerinden nasıl da
ansızın sökülürdünüz
bahçelerle ve kül
dolardı içim… eylül!



  Bugünün psikolojisinde de “iç çocuk” kavramı sık sık dile getirilir. İnsan, yetişkinliğin yükleri altında ezilirken içindeki çocuğu kaybederse ruhsal yaralar büyür. Terapilerde hedeflerden biri, o iç çocukla yeniden buluşmaktır. Çünkü içindeki çocuğu hatırlayan, kendine şefkat göstermeyi de öğrenir. Karakoç’un “çözmek” dediği şey, modern psikolojinin diliyle söylersek, iç çocukla yeniden temas kurmaktır.

  Ve elbette bireysel olduğu kadar toplumsal bir yönü de var bu meselenin. Bir toplum, çocukluğunu kaybettiğinde hayretini de kaybeder, merhametini de. Çocuklar bir şehrin pencereleridir. O pencerelerden ışık sızmadığında şehir kararır. Diriliş, işte o pencereleri yeniden açmakla başlar.

Yine Sezai Karakoç Çocukluğum ismini verdiği şiirinde de o çözülmeyi bize sunmaz mı duru bir şekilde

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus
Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
Binmiş gelirdi Ali bir kırata

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından
Asyada, Afrikada, geçmişte gelecekte


  Sonuçta Mevlânâ’dan Heidegger’e, modern psikolojiden Karakoç’a kadar hep aynı şey söyleniyor: Çözül, arın, kabuklarını bırak ve çocuğa dön. Çünkü çocukluk, Edip Cansever’in dediği gibi, gökyüzü gibi hiçbir yere gitmiyor. Orada, içimizde duruyor. Sadece hatırlamamız, yeniden görmemiz gerekiyor.

Bir İnsanı Al Çöz Çöz Çocuk Olsun

This Post Has One Comment

  1. Mustafa Selim

    Devlerin eserlerinden çok güzel bir kompozisyon çizmişsiniz, çocukluğum çok kötü geçti ve daha sonra belki güzel insanlar sayesinde toparlandık fakat hala belki zaman zaman yansıttığım piskopatik ruh halinin kaynağını çocukluğumda aradım, bu yazı o yüzden anlamlı benim için ☺️

Bir yanıt yazın