Yapay gölet, yürüme mesafesi kadar yakın sana. Bir odalı evinde, sırtını yasladığın koca dağ seni bağrına basmışken içini kaplayan çöl ikliminde kaybolmuşsun. Yaşadığın afili günler bir rüyaya dönüşüp kaybolmaya yüz tutmuşken çıkınına alacağın bir ekmeğin ümidiyle yollara düşüyorsun her gün. Meşhur “İzzet Tor” bu mu? diye acıyan gözlerle sana bakmalarına fırsat vermek istemiyorsun. Hayatla ilgili soruların ardına düşmeyi çoktan bırakmışsın. Kapına düşen günün ilk ışıklarıyla güne başladığında yüreğine tek bir kaygı düşüyor: Aç kalmamalısın! Onca kirin ve dağınıklığın içinde kahvaltı nı yapıp kendini dışarıya atı yorsun. Odanın karşısındaki mezarı ziyaretle başlıyorsun güne. Mezar toprağını avucundan dökünce ona dokunduğunu hissediyorsun. Sana acı ve hüzün veren onca hatırayı yüreğinin katmerleşmiş kuytularında sakladıkça iyice ezildiğini hissediyorsun. Bir alın yazısı haline gelen hayatından kimler haberdar şimdi? Ne zamana kadar taşıyacaksın içindeki bu marazı? Bilemiyorsun. Yüreğine konan sorular her gün zihnini kurcalasa da oralı olmak istemiyorsun. Seni bir anlam arayışına sevk edecek sorulardan kaçmayı da öğrenmişsin zamanla. Böyle bir hayatı n rüzgârına alışmış gibisin. Kaderin rüzgârı yelkeninin yönünü hangi tarafa çevirse oraya doğru yol alıyorsun. Göletin etrafı gözü kesinceye dek yeşillikle bezenmiş. Çocuklar oyun parklarında, büyükler mangal dumanında keyifl enirken, iyice katmanlaşmış sakalını sıvazlayıp günün ağarmasını bekleyeceksin. Birkaç saat sonra piknikçi aileler dağılacak, gün iyice çekilecek, ağaç ve çimenlerle bezeli bu mekân hayalet bir hâl alacak… Poşetini kaptığın gibi çöplerini kolaçan edeceksin. Bir şeyler buldun mu feri azalmış gözlerine renk gelecek, sevineceksin.***Küçük bir toptancı dükkânında başladığın ticaret hayatında işlerin yaver gidiyordu. Geceni gündüzüne katıp çalışıyordun günlerce. Sadece bir çocuğunuz olmuştu. Bu durumdan şikâyetçi de değildin. Kendini işine vermiş, didiniyordun. Yıllar ardı sıra akmaya devam ettikçe eşinin çocuk isteği daha da artıyordu. Onu ikna etmeye çalışırken bir yandan da alternatif yolları araştırıyordun. Bir çocuğunuz daha olunca mutlu olacağını düşünüyordun. Zihnine bir mıh gibi saplanmış bu meseleden kurtulamıyordun bir türlü. Büyük bir market açmıştın bu arada. Elinde biriken paralarla inşaat sektörüne de göz kırpmıştın. Mevla yürü ya kulum, dedikçe sen atını mahmuzluyordun. Sana göre her şey yolunda gidiyordu. Büyükşehirlere tedavi için yollara düşmüştünüz bir yandan da. Beklenen çocuk gecikince bütün imkânları seferber etme yoluna girdiniz. Artık hep eşinin tedavisine kilitlenmiştiniz. Ağır ilaçları kullanırken doktorların uyarıları gecikmemişti. Yan etkileri tehlikeli, hastalığa sebebiyet verebilirdi. Eşini durdurmayı denedin, olmuyordu bir türlü. Anlamsız bir hırsla bu ağır ilaçlara devam etmek istiyordu. Öylece kalakalmıştın. Ne yapacaktın bundan sonra? Güvensiz botlarla umut yolculuğuna çıkmış göçmen çaresizliğiyle isteklerine uyuyordun. İşlerinden, yatırımlarından gelen ‘kazanç’ ocağına mutluluk olarak yansımıyordu. ***Ticaret hayatının en parlak dönemini yaşıyordun. Gece yarılarına kadar işlerinin takibini yapıyordun. Yedi yıl süren tedaviden bir sonuç alınamamıştı. Artık ikiniz de kabullenmiştiniz bunu. Rahat bir nefes almıştın. Biten beklentiyle yıllar sonra hanendeki huzur rüzgârı sana çok iyi gelmişti. Yaptığın işe iyice odaklanıyordun. Biricik oğlun söz dinlemese de her şeyinizi ona seferber etmekten kaçınmıyordunuz. Onun için iyi bir gelecek hazırlamaktan başka kaygınız yoktu. Böyle böyle üç yıl geçti . Bir gece eşinin ağrıları artmıştı . Şok olmuştunuz. Göğsündeki şişkinlik rahatsızlık vermeye başlamıştı . İlçedeki hastane müdahale edemeyeceğini söyleyince acilen büyük şehrin yolunu tuttunuz. Günlük güneşlik bir günde karabulutların bir anda toplanması gibi düzeniniz bozulmuştu.Uzun tetkiklerden sonra sonuç belli olmuştu: Kanser…O anda dünyan yıkıldı. Bu durumu eşine nasıl açacaktı n. Memleketi ndeki bütün işleri bırakıp onun tedavisi ile uğraşacaktı n artık.Ameliyata razıydınız, yeter ki gözün gibi sakındığın hayat arkadaşın yaşasındı. Şehrin en donanımlı hastanesinde ameliyatı yapıp döndünüz. OğlunOğlun hepten hayata küsmüştü o sıra. Çoğu gece bir bahaneyle çıkıyordu. Arkadaşlarında, akrabalarında sabahlıyordu. Annesini bu durumda görmek istemiyordu ısrarla. İşlerin sarpa sarmaya başlasa da umursamıyordun. Kendini eşinin tedavisine vermiştin: “Sare biliyor musun, sen iyileşince şu yeni yapılan gölete nazır bir villa yapacağım. Çok sevmişti n ya orayı” Mavi gözlerine tebessüm yayılmıştı . Dağ havasını, göleti çok seviyordu. OnunlaOnunla hayal kurmanın içini sağaltan iklimini pek yaşayamıyordun artık. Ona her baktı ğında gerçekler içine bir kıymık gibi batı yor, hüzün kesiliyordun. İki ay sonra kontrole gittiğinizde her şey için çok geçti artık. Korktuğunuz başınıza…Kanserli hücre kana karışmıştı. Yapacak bir şey yok artık, diyordu hekimler. Sare günden güne eriyordu gözlerinin önünde. Her an için yanı başında olmaya gayret ediyordun. Gözlerinin önünde günden güne erirken tadı tuzu kaçan hayatının eriyişine de tanık oluyor�dun. Son nefesini verdiği günün sabahına kadar başında bekledin..Ruhuna çöken acıyı hafifletmek, paylaşmak için oğluna sarılmak İstedin ısrarla. Fakat yaklaşmadı. Her şeye sen sebepmişsin gibi kinli bir bakışla uzaklaşmıştı senden. Sare‘yi kaybetmiştin. Yüzlerini yeni gördüğün akrabaların karşı çıksa da kimseyi dinlemedin. Villa hayalini kurduğunuz “yere” Gömdün onu. Orada bir başına sadece onunla yaşamak istiyordun sanki..Büyük bir boşluğun içine düşmüştün. Yıllar yılı her şeyini sun�duğun oğlun senden kaçmaya devam ediyordu. Hayattaki tek var�lığın. Ümidini yitirmedin hiç. Düzelir düşüncesiyse bekleyecektin hep…Üniversite kapısı ona da açılmıştı ertesi sene. Her şey düzelecek, Oğlunla beraber büyük işlere imza atacaktın. Etrafındakilerin evlilik telkinlerine kulak asmıyordun. Hayali bile Sare’nin hatırasına zarar veriyor, diyordun. Oğlunun kabarık masrafı gözüne gelmiyordu. Fakat boyundan büyük işlere kalkışması seni epeyce kaygılandırıyordu. Nihayet okulu bitirmişti. Sen hâlâ rahat bir nefes alacağını umuyordun. Okuduğu şehirde bir reklam şirketi açtığını haber etmişti. Oğlunun güvenliği tehlikeye düşmesin diye kendini hep öne atmıştın. Çok geçmeden çek ve senet borçları sana kesilmişti. Kendininkini bırakıp onun işleriyle meşgul oluyordun. MalMal varlığının çoğuna haciz gelmişti . Kıran girmiş ekinler gibi bütün birikimin gözlerinin önünde eriyordu. Oğlundan da haber yoktu. Tek dileğin ayağının üzerinde durmasıydı.Bir başına öylece kalmıştı n. Kimseye bir şey diyemiyordun. Yaşadıklarına kendin bile zor inanmışken bir ekmeğe muhtaç kaldığını kime nasıl izah edecektin? Kararın kesindi. Sare’nin yanı başındaki metruk odayı düzenleyip yerleşecekti n. Yaşam senin için başka bir şeydi artık. Biricik eşini karşına alıp aynı güneşte ısınmak istiyordun.Aç kalamazdın nihayeti nde. Cümle varlık rızık peşine düşünce sen de bir derviş görünümünle heybenin sırtı na alıp yollara düşüyorsun. Asanı yere vura vura piknikçilerin konakladıkları yerlerde soluğu alıyorsun. GünGün çekilince ortalıkta kimseler kalmıyor. Payına ne düşmüşse çıkınına onu alıp bir odalı evine dönüyorsun. Ruhuna kıymık gibi batan oğlunun hasreti seni iki büklüm et�meye devam ediyor bir taraft an. Kıvrılıp uzayan yol hemen yanı başında. Gözlerini oradan alamıyorsun. Özleminizlemini çektiğiin oğlun “baba” diye kapıda belirecek bir gün. Bir ömür de beklesen bu ümidin yitmeyecek, biliyorsun.
Fahri Ayhan