Kefen / Fahri Ayhan


Reyhan altı çocuklu bir ailenin en küçüğü. Evin ikliminden habersiz, çoğu zaman ağlayarak varlığını hissettiriyor. Diğer çocukların
hallerindeki ezilmişlik, bitkinlik… Her bir çocuk Anne Saliha için
bir dönemi, bir yaşanmışlığı ifade ediyor. Hepsinin gözlerinde cılız
bir umudun tortusu; bir türlü taşıyamadıkları hayatın buruk yenilmişliği okunuyor.
Gün minarenin aleminden çoktan devrilmiş. Hanelere akşamın
telaşı düşmek üzere… Saliha evin içinde anlamsız, ürkek voltalar
atıyor. Tedirginliği her haline yansıyor. Evdekiler nefesini tutmuş
öylece bekliyorlar.
Ânın çelik sertliğine dönüşüp bir türlü geçmediği bir akşamı
daha nasıl aşacaklar?
Yazgı…
Hovarda adam bir baltaya sap olamadı gitti, diyor on beş yıllık
hanımı. Etrafta erkek olmadığından ikide bir kayan yazmalarına
aldırış etmiyorlar. Saliha’nın kucağında bebeği… İçini döktükçe
döküyor. Anlattıkça içindeki ateşin daha da harlanacağına aldırış
etmiyor. Ağacı kurt, insanı dert yermiş. Komşu kadın, Saliha’nın
hikâyesini dinlemekten yüksünmüyor.
“Anlat Saliha’m anlat!”
Elinde ekmeği var diye
gençliğimde aynanın karşısında saatlerce taranırdım. Babamların evi genişçeydi. Özel sabunlarımı kimseye göstermiyordum.
Odama dahi gelen olmazdı, gerisini sen düşün. Babam taze güneşi gördü mü durmazdı yerinde. İşine gücüne başlar, didinirdi
gün boyu. Yıllarca çalıştı , durdu. İlçenin en güzel yerinde villa
tarzı ev yaptı rdı. Bir elimiz yağda bir elimiz balda anlayacağın.
Hayat bu! Kapalı kutu misali kimin neyi yaşayacağını ne bilsin?
Evlilik yaşına gelince görücülerim artmaya başlamıştı . Aracılar durmadı; biri gitti diğeri geldi. En son bir aile dostumuz ısrar
etti . Çalışıyor, çocuğa kefi liz diyerek aklımızı çeldiler. Kader bu
ya oldu, bitti .
Şu anda işçiyim kısa zaman sonra şef olacağım, demişti Halim.
Her ne dediyse ses çıkarmadım. Eli ekmek tutuyordu, bu yeterdi
bana. Baba evinde hayatın taze yüzünü görmüştüm yıllar yılı.
Hep öyle devam edeceğini umuyordum. Düğünden sonra onun
çalıştığı yere, Siirt’e gittik. Bir kanala akan suyun bir müddet
sonra berraklaşması gibi, her şey netleşmeye başlamıştı zamanla. Halim’i yavaş yavaş tanımaya başlamıştım artık. Sıradan bir
memur olduğunu öğrenince önemsemedim bile. Evimde huzurum olsun, yeterdi. İlk zamanlarda, her akşam ondan gelen içki
kokusuna sabretmeyi denedim. Düzelmiyordu bir türlü. Sonradan evimizin alt katına getirdiği teneke teneke mazotu görünce
dünyam yıkıldı: İş yerindeki kamyonlardan arta kalan mazotu
getiriyordu. Bey, yapma! Çocuklarımızın boğazından, haram lokma… Daha cümlelerimi tamamlayamadan yüzüme gelen tokatla
sarsılmıştım. “İşime karışma karı!” diye bağırıp durmuştu. Beni nasıl bir
hayatı n beklediğini daha iyi tahmin ediyordum artık. Gecelerce ağlıyordum. Ansızın evden çıkıp kaçmayı çok düşündüm. Zihnimde annemin sözü: Kız kısmı baba evinden gelinliğiyle, koca
evinden de kefeniyle çıkar. Hayat yolculuğumun nasıl tamamlanacağını çok merak ediyordum. Bulunduğumuz yer bir kasabaydı. Şehrin girişinde, tepe bir mahallenin evinde geçiyordu günlerim. Bazı geceler sebepsiz gelmiyordu kocam. İş yerinde kavga
etmediği kimse kalmamıştı . Her seferinde cümleler boğazımda
düğümleniyordu. Halim, etme ekmek paramız… diyecekken kaslı bir kol gibi boğazımı sıkıyordu. Sessizce yutkunuyordum. Yabancı
bir diyarda kadın yüreğimle hayatı taşımaya yazgılıydım bir şekilde. Bu böyle ne kadar sürecekti? Bir kadın için en büyük saadet
evindeki huzuruydu. Burnumdan gele gele öğreniyordum bunu.
Zaman geçtikçe içimdeki gayyaya daha da çekiliyor; amansız
yalnızlıkta kuytu, sıcak bir yuvanın özlemini çekiyordum.
Zaman zaman dış kapının önüne çıkar kasabayı seyre dalardım. Evlerin bahçelerinde, damlarda kadınlar… Hanelerinde
“saadet” yaşayan insanlar kendilerini nasıl da belli ediyorlardı.
Oyalanmaları, kahkahaları, gülüşmeleri..
O sıralarda eşim işi aksatmaya başlamıştı. Bir gün erkenden
eve gelen Halim artık çalışmayacağım, dedi ve oturdu. Yediğim
dayakları, işittiğim hakaretleri dert etmeyi bırakmıştım. Söz konusu ekmek davası, çocuklarımın geleceğiydi. Bunu yapmamalıydı. Bundan sonra ne yapacaktık?
Sükût-(u) hayal…
Kız Saliha gene iyi dayandın. Ne gerek vardı, onca derdi yüklenmeye. Ben olsam bir dakika durmazdım o herifin yanında. Hayatımızı sokakta bulmadık, hem çekmek zorunda mısın? Onca yıldır
komşuyuz, senin gibi iyi yüreklisini görmedim. Böyle bir hayata layık değilsin. Ben olsam onu sürüm sürüm… Kız, insan ateşin başında elini kaç dakika durdurabilir ki? Benimki geldi galiba, gideyim
ben. Hem kafana takma sonra konuşur, dertleşiriz.


Siirt’teki işini bırakıp memleketlerine döndüler. Onları çetin
günler bekliyordu. Onca sıkıntıya bir de işsizlik eklenmişti. Bundan
sonra bin yamalı bohçanın tamirine neresinden başlayacaklardı?
Geldiklerinde ilk fırsatta kendini baba evine attı Saliha. Genç kızlığında, gözleri parıldayarak önünde durduğu bahçe kapısını yabancı biri gibi açtı. Bambaşka biri oluvermişti. Burada yaşadıklarının
hepsi hayaldi sanki. Taptaze yüzü onlarca kırışığa maruz kalmış, gencecik yaşında tanınamaz hale gelmişti . Bahçenin ortasındaki
kırmızı çiçeklerin kokusu hâlâ aynıydı. Yıllar önce özenle baktığı
ağaçları, yeşilliği görünce içi burkuldu. Çam ağaçlarındaki dallar
biraz daha uzamış kabarmıştı . Bu manzaraları görünce eski Saliha’dan eser kalmadığını kendisi de hissediyordu. Annesinin kucağında uzun süre öylece kaldı. Hiç değişmeyen kokusunu duymak
istiyordu doyasıya. Babasının hıçkırık seslerini duymaması için dip
odaya geçtiler. Birkaç saat sonra kızının evine geldiğini fark eden
baba uzaktan bir bakışla onları süzerek dışarı çıktı . Saliha bir şey
demedi, sustu. İçindeki kor babasının tavrına bile üzülme fırsatı
vermemişti ona.
Kocası düğünden kalan altı nları da bozdurup bir toptancı dükkânı açtı . Her şeye rağmen ümitlerini canlı tutmak isti yordu. Saliha
hayata yeni bir sayfayla başlamak isti yordu. Beş çocukla yaşadıkları onca hakaretlerin, dayakların üstünü kalın bir örtüyle kapatmaya çalışmış; her sabah doğan güneşle içinde tap taze umutlar
yeşertmişti . Ama kocasını tanıyordu. Bu işte de sebat edeceği hususunda kuşkuları vardı. Bir süre sonra, dükkâna bir gün gidip beş
gün gitmemeye başlamıştı . Her gece evde eksik olmayan içki kokusu… Saliha nefesini tutuyor, vücuda vurulan bir iğnenin az sonra uyuşacağı ümidiyle kocasının düzeleceğini umuyordu. Bazen bir
başına uzun uzun düşünüyordu: Hayatı hep ümit etmekle, beklemekle geçmişti . Onca olumsuzluğa rağmen hâlâ iyimser durmasına kendisi de anlam veremiyordu. Evdeki şiddet artarak çekilmez hale geliyordu bir taraft an. Gecenin bir yarısında yükselen çocuk
ağlamaları, komşuları da rahatsız ediyordu.


Artı k bütün dertlerini bana anlatı yordu Saliha. Kapı komşumu
çok seviyordum. Onu hep teselli etmeye çalışıyordum. İşlerin çığırından çıktığının farkındaydım. Ona ne diyebilirdim ki? Hangi dala tutunsa, kırılıveriyordu elinde. Bir süre sonra benimle
de muhabbeti kesmişti . Beyefendi rahatsız olmuş! Kadıncağız
ne yapacağını şaşırmıştı . Bir gece yine sesler gelmeye başladı.
Kocası kırdığı bardağı Saliha’nın başına fırlatmış. Saliha kanlar
içinde… Çocuklarla beraber, aldım o gece. Ertesi gün o halde evine gitmeye kalktı. Tekrar yüzüne çarpılan kapıda öylece kaldı.
Artık orada kalamayacağım, dedi. Annesi kendilerine yakın iki
odalı bir yer kiralayıp kızını yerleştirdi. Kendi bağ kur maaşını
da Saliha’nın üstüne getirip her ihtiyacını gidermeye çalışıyordu.
Saliha’nın içinde bir kurt… Vicdan azabı mıydı? Biriken öfke mi?
Günlerce düşünüyor, tartıyordu. Geldiği nokta kendi tercihi de-
ğildi. Gene de içini kemiren düşüncelerden kurtulamıyordu.
Kocası geç saatlere kadar eve gelmiyordu. Çok içtiği bir vakitte
yollara düşmüştü bir gece. Ayakta zor duruyordu. Nereye gittiğini bilmiyordu. O halde, üstü açık bir çukura düşmüştü. Sabah belediye işçileri onu fark edince zorlukla çıkardılar. O gece Halim’in
son gecesi olmuştu.
Saliha bu olaya üzülüyordu; çocuklarımın babasıydı neticede
diyordu.
Günler sonra çocuklarını alıp evine geri döndü. Saliha’nın yüzündeki bin türlü ifade…
Kocasının büyükçe fotoğrafı salonun duvarını süslemeye devam ediyordu. Her şeye rağmen hayat devam ediyordu. Önceden sadece kapı önünde görüştüğüm komşumla, artık evin içinde konuşuyorduk. Ben sormadan o söyleyivermişti:
“Kız kısmı koca evinden kefeniyle çıkar demişti ya annem, daha
kefen giymedim ben komşu; o yüzden buradayım ya!”

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *