“Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker
Bir Molla Kasım gelir” diyen Yunus Emre’den çok önce, belki de ilk şiiri yazan ozandan günümüze edebiyatçıların hiyerarşik güçlerin baskılarına boyun eğmeyen bir duruşları olmuştur. Sözü doğru söyleyebilme ıstırabı… Sözü olanların, içlerinde onları rahatsız eden sızılar olmuştur hep. Başkalarına normal gelen birçok şey onların kalplerine ilham, beyinlerine sancı olmuş ve kelimelere dökülmüştür. Uyumsuz vaiz sıfatını alan Amerikan Devrimi’nde aktif bir rolü olan matematikçi Richard Price “Siz, özgürlüğün bütün dostları ve onu savunan yazarlar! Cesaretli olun! Günler esenlik getirecek. Çabalarınız boşa gitmeyecek” diyerek; yazarların, edebiyatçıların toplumların değişiminde etkisini tarihe not düşer. Ne zaman ki umutsuzluk rüzgarları esmişse edebiyatçılar meydana çıkmış ve eserleri ile sayfanın beyaz tarafını topluma sunmuşlar. Jean Paul Sartre’ın Varoluşçuluk kitabında dediği “Hayat, umutsuzluğun öbür yanında başlar.” işaretini
Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz
Su serin,
çınar ulu,
ben şiir yazıyorum
kedi uyukluyor,
güneş sıcak,
çok şükür yaşıyoruz… diyen Nazım Hikmet şiire taşımıştır. Sürgünler, cezaevleri, işkenceler, idamlar cesur yazarların umut kuşlarından sadece birkaç tüy koparabilmiştir. Gücün, menfaatin, gösterişin değil ; adaletin, vicdanın, insan onurunun aynası olan kalemler siyasete asla boyun eğmemişlerdir. Edebiyatçılar henüz gerçeği görmemiş olanlara, ona gözlerini kapayanlara hakikati haykırır. Edward Said’e göre ise o temsil etme sanatını görev edinen, dili iyi kullanan ve dile ne zaman müdahale edeceğini bilen ve yalnızlık ile saf tutma arasında bir yerde durabilen kişidir. Herkesin ağladığı bir yerde o gülmeyi vadeder. Louis Aragon, Elsa’ya Şiirler kitabında bir şifre verir. “Bizi yalnız özgürlük için yarattılar” Biz öznesi toplumdur. Edebiyatçılar ise toplumun susmayan sesleri. Edebiyat, fıtratı gereği toplumsaldır. Aşkları da ihanetleri de toplar ozanlar. Savaşları da barışları da gözlemler. Suskunluğa kahrolan da cesareti haykıran da olur şairler. Toplumun üzerinde etkili olan siyaset ile edebiyat her zaman iç içe olmuştur. Edebiyatçı ister istemez kendini siyasetin içinde bulmuştur. Pir Sultan Abdal olur bazen, “Ne mutlu eğri zamanda doğru yerde durabilene.” Der. Bazen de Seyyid Nesimi olur
“Kalbim defter, dilim kalem yazarım
Hakikat emrini duyaldan beri
Yitirdim Leyla mı gurbet gezerim
Mecnun gibi aşka uyaldan beri” Der. Sürgünler, gurbetler, esaretler edebiyatçıların kaderinde değişmeyen terimler olmuştur.
Siyaset karşısında bazı edebiyatçılar dimdik bir deniz feneri gibi dururken, bazıları da “Kelimelerim seni korkutmasın; ölmüş olan biri artık hiçbir şey istemez, sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, teselli edilmeyi de istemez.” Diyen Zweig gibi hayatına düştüğü karamsarlık kuyusunda son verir. “Rodina, paslı bıçak duruyorsun bağrımda” diyen şair Farzımuhal ise
“her gün bir şekilde vuruluyoruz
iyi niyetimizden
kusuyoruz gözlerimizden kanlı yaşları
An’kahrı yaşıyoruz,
tasalarımız müfrit
yüreğimiz Sahibine emanet
ümit
merdud bir kırlangıcın
titremesinden ibaret
pervaneler lal olmuş
kimler umursar bizi” diyerek umudun ışığını karanlığa vurur.
Devam edecek…
güzel bir yazı. tebrikler…