Çatal dut yokuşu çıkmazı derler adına. Adı da manidardır, ne çıkar yoluna, ne de ibret
ola sonuna. Selvilerin gölgesindeki sessiz yurduma. Eski bir kabristandır. Eskiliği
unutulmuşluk, mahzunluk. Dünya dağdağasının çiğneyip çiğneyip tükürdüğü bedenler, ne
alınmış muradlar, ne ödenmiş bedeller. Hiç sesleri çıkmaz, mutmain midirler acep
yerlerinden? Çoğu unutulmuşların, cuma ve bayram sabahlarının artık uğrayanı yok birinden.
Alacası dökülmüş evlerin, ayyaş takımının mezbeleliklerinin arasında kalakalmış bir garip
yurt. Hiçliğe açılmış hudut. Bakanın görmediği, görenin ermediği. Nesli, evladı ayali kalmamış,
teni toza karışmış ahalisiyle beni de buyur etmiş. Bir köşeciğine, duvar dibine atmış. Dünya
mı benden kurtulmuş, ben mi ondan? Ne vakit yaşamışım, verdiğim ne çoktur lakin, ne
almışım zamandan ?
Uyanmışların yamacında yatarım uykum araf. Ne onlardanım ne başkasından, yerim
bir çalı dibidir en uzak taraf. Kara taşımı başımda gören ah eder, ne ismim vardır ne izim,
kimse uğramaz yanıma bir Fatiha’dır beklediğim, gayrısına çıkmaz sesim. Bir abkeşler uğrar
yamacıma bir de duagû, onlar da akçesiz adım atmazlar, demezler Hû. Acuzeler gelir fecir
zamanı tütsü yapmaya, benim ahım üstüne fesat katmaya. Herkesin üzeri yeşil ile revnak,
benim toprağımda kuru dal, diken yaprak. Gündüz dilsiz ağızsız, gece figan feryat. Genci
kocamışı balası, bunlar kimin canı ciğeri, gönül yarası? “Alimin ölümü, alemin ölümü” der
hazret. Ayak ucuma yakındır yerleri, bana nimet. Nice kadılar, müderrisler, sofular, bir
celladın ayak ucunda yurt buldular. Yağmura bile geçit vermez başımdaki çalılar, güneşi de
görmez yüzüm. Güneş de sitemkâr, payıma düşendir her dem hüzün.
Ben kimim, adım nedir, kimlerdenim ve nereden gelir nereye giderim? Ne ismim var
kul gözüne ayan, ne ederim. Cismimle yaşadım, ismimle yaşatmadım. Topladım heybeme,
nedametim sığdıramadım kaldı yüzler ahım.
Bir fukara çobanın dört boğazından biriydim bir vakitler. Eşkıya bastığında ne aba
doyurdu gözlerini, ne kiler. Sırtladılar küçücük cismimi, mezattan mezata gezdirdiler.
Değerim bir baba ocağında çoktu, sırtlan hasadında hiç yoktu. Satıldım elden ele yatağım ot,
yastığım taş. Cefayı yorgan diye serdiler üstüme. Vefa nicedir göçmüş başka diyara,
merhamet Hak getire.
Dolandım kapı kapı, küçüğüdüm. Yolum çetindi, düştüm kalktım büyüdüm.
Anamın pamuk elleri gezerdi sırtımda, uykularım Cennet-i âlâ. Nasır bağladı tenim,
ellerim pençe, dimağım heyula. Sene derler geçti vakit, bıyıklarım terlediğinde aheste, beni
beklemeden. Yurdum yoğudi, yerim mezbelelikler, hamam külhanları. Ne akçe gördü cebim
ne bey paşa hanları. Hiç yaşım olmadı, bedenim balaban, ne haberim oldu ne anadan ne de
atadan. Ne düştü gönlüm sevdaya, ne feriği baktı yüzüme ne acuzesi. Hiçbirinin değmedi
tenime nefesi, ne de düşüme gölgesi.
Hiç kabul olunmadım ne Müslim ne kâfir, ne dilenci ne sarraf, ruhum Hutame’de
bedenim araf. Ne civanlar,ne kocamışlar geçti satırım, kemendimden. Çoğu azgın, kimi şaki
pak ettim ahaliden. Lâkin hiçbiri yakmadı taş yüreğimi gayrı ikisinden;
Biri Ruşen efendi. Mahir müzehhip. İsmi Azam çiçeklenirdi, ince ellerinde pahası.
Kâğıda dökülürdü misk misali rayihası. Olmaz bir fesada karıştırmışlar ki, sonradan çıktı aslı.
Nasıl babayiğit haykırıştı ettiği o? Ben ve avanem görürken işini “Bre hadsiz, Lafız hanesidir,
ey başını.”
Diğeri bıyıkları yeni terlemiş civan, ne gıkı çıktı, ne bir isyan. Her neye inanmışsa sıkıca
sarılmış ipine. Ne canına eyledi “Eyvallah !” ne taze bedenine.
Çoğu uykumdadır ikisi. Ne edeyim bende yoktur çaresi. Emir demiri kesermiş, bir
bildiğim odur ki, keserim nefesi.
Ustamdır nam-ı diğer Cellat Kara Ali. Vebal ortağım, ahiret vatanım. Karalığı ne
tenindendir ne dilinden, zalimlerin mahiridir kurtuluş yok elinden. Çocuktum etti beni
avanesi, tedrisatından geçtim, ne kaldı insanlığım, ne anacığımın narin gönül paresi.
Duruldu sular, atıldım kıyıya ne getirdim ne götürdüm sual sorula. Dili olsa şu
başımdaki Selvinin, kuru çalının, anlatsalar nedametimi umut oluna.
Bekleriz kıyamet sabahını, gösterirler vebalini ahını. Bedenler yeniden çağrılır huzura,
ne getirir yanında ne tacını tahtını. İblis bile ümitlenir bu nasıl rahmet, merhamet? Bilinmez
saadet lütfedilmiş kime o gün? Olmazları olduranın affına sığınırım bu gün. Ne eyledim, ne
yaptım hepsini bilir yükün, ümit odur ki, belki bana da “Kün fe yekün”
Mine Akdemir