-Abi ne zaman gelsen bir şey yemiyorsun. Bu sefer tok da olsan sana bir döner dürüm yapacağım. Hem benim kestiğim döneri de tatmış olursun.
-Seni meşgul etmek istemiyorum Barış. Çalışıyorsun. Çalışan insanı çok tutmamak lazım.
-Olur mu abi aşkolsun. Gördüğün gibi hem yalnız da değilim. Dükkânda da pek kimseler yok.
-Tamam Barış. Dönerimde sos olmasın. Sadece az domates ve kıvırcık. Varsa birkaç tane de acı turşu biberi atarsın.
Birkaç dakika sonra heyecanla döneri masama getirdi. Ne içersin abi diye sormadan da acılı şalgamı koydu önüme.
-Sen yemeyecek misin. Böyle bana mı bakacaksın.
-Abi ben sana bir şeyler sormak istiyorum. Geçen dükkânda bir şey oldu. Bir şey dedim akadaşlarım bana güldü.
-Tabiki sor Barış. Ama çalıştığım yerlerden olsun dedim.
Şalgam getirmese iyi olurdu. Biberin acısı, onun acısı ile birleşince ağzımın içinde Urfa canlanıyor adeta. Sandalyeye iyice kuruldu. Muzip bakışlarla arkadaşlarını süzdü. Başladı anlatmaya.
-Müşterinin birisi kucağında köpeği ile dükkâna girmek istedi. Arkadaşım müdahale etti. Ben girsin ne olacak dedim. Biz böyle kendi aramızda tartışırken köpek bizimle konuşur gibi havlamaya başladı. Sahibi ona sus işareti yaptı. Sonra gittiler. Onlar gittikten sonra Mahmut abi dedim köyde benim de köpeğim vardı. Kürtçe de konuşsam Türkçe de konuşsam ne dediğimi anlıyordu. Kadın köpeği ile Almanca konuşuyordu. İçeri girseydi deneyecektim. Alman köpeği Kürtçe biliyor mu? Bana güldüler. O günden beri “Guten Morgen Haw Haw” diyerek benle dalga geçiyorlar. Abi sorum şu. Türkiye’deki köpeğim buraya gelse buradaki köpekle yan yana gelse yabancılık çeker mi yoksa birbirlerini anlarlar mı?
-Bu kadar zor bir soru beklemiyordum, dedim.
Döneri bitirdim. Demli bir çay geldi. Başladık tekrar sohbete. Hayvanların dünyası ile bizim dünyamızı karşılaştırırsak işin içinden çıkamayız Barış dedim. Sana henüz oturum izni gelmediği için Polonya’ya bile gidemiyorsun. Çünkü ne kimliğin var ne pasaportun. Ama kuşlara bak. İstedikleri zaman bir şehirden başka şehire uçabiliyorlar. Tercümana ihtiyaç duyan tek varlık biziz. Öyle ki aynı dili konuştuğumuz insanlar bile bazen bizi anlamaz da kitaplara sığınır onların bize tercüman olmasını bekleriz. Dağlara, ormanlara , deniz kenarlarına bırakırız kendimizi de içimizde tarifsiz kalan yarım kalmış cümlelere tercüman ararız. Köpekler, kediler, kuşlar ses ile değil his ile anlaşırlar bence. Sevdiğini belli ettikten sonra onlara , hangi dille konuşursan konuş anlar onlar seni.
-Anlıyorum seni abi.
-Seviyorum çünkü seni.
-Aşkolsun Gökhan abi. Dedi ve güldü latifeme.
Agota Kristof isimli bir yazarla tanıştım Barış. Onu okumaya başladım. Kitabın ismi “Okumaz Yazmaz” biliyorum okumayı da yazmayı da sevmiyorsun. Sana o kitaptan not aldığım bir yeri okuyayım.
“Başlangıçta yalnızca tek bir dil vardı. Bu dil nesnelerdi, şeylerdi, duygulardı, renklerdi, rüyalardı, mektuplardı, kitaplardı, dergilerdi.
Başka bir dilin var olabileceğini, bir insan evladının anlayamayacağım bir kelime telaffuz edebileceğini hayal bile edemezdim.”
