Bir Buket Viyana* (1) / Hasan Çağlayan

Hayat sürprizlerle dolu. Bunca kaygı, karmaşa ve sıkıntı içinde armağanların da saklı olduğunu yaşayınca görebiliyor insan. İşte, çocukluk hayalim olan yerleri hiç hesapta yokken gezmeye ve görmeye başladım. Tabii, ülkemi gezmek istemiştim önce; ve gezdim. Avrupa’yı ve başka yerleri görmeyi dilemiştim sonra; görüyorum. Şöyle bir düşününce, bu durum gerçekten zarif bir armağan,  şükredilesi güzel bir lütuf.

Evet, Viyana’ya gidiyorum. Yazar dostum Niyazi Şanlı’nın samimi daveti söz konusu olmasa belki biraz tereddüt eder, başka bir tarihe ertelerdim; ama onun bu samimiyeti, farklı bir tercih yapma hakkı bırakmadı bana. Hem ucuz olması hem de çevreyi seyrederek gitme imkânı sebebiyle otobüs yolculuğunu cazip buldum. Flixbus ile on saatlik bir yolculuk gözümü korkutmuyor; çünkü daha uzun yolculuklara alışkın biriyim.

Kısmetse, yurtdışında ikinci otobüs yolculuğum olacak bu. İlki Yunanistan’da, Dedeağaç’tan Atina’ya yaptığım o güzelim yolculuktu. Selanik’teki üç saatlik bekleme dahil on dört saat süren o yolculuğun büyük bir kısmı deniz manzaralı olduğu için çok hoşuma gitmişti. Bir ülkeyi Ege boyunca kuzeyden güneye, baştan sona kat etmekle ve biraz da özgür olmanın sevinciyle uçağa binmediğime şükretmiştim o gün.

İşte şimdi, Viyana yolculuğu da bir tecrübe olacak bana. Her ihtimale binaen erken geldim. Hareket saatine bir hayli vakit olduğu için Frankfurt Hauptbahnhof’ta bir müddet beklemem gerekecek. Çünkü burada otogar ve gişe uygulaması olmadığı gibi bekleme salonu da yok. Hâliyle oturacak bank da görünmüyor. Bir de burada biletler internetten alınıyor. Yolcular, beklediği aracı, peronlardaki ekrandan takip ediyor. Numara ve saatler eşleşiyorsa doğru otobüsü bulup biniyorlar. Sonradan dahil olunan bir hayatta yol yöntem öğrenmek zaman alan bir şey. Merak içindeyim.

Başka bir ülkeye giriş yapacağımdan dolayı yanıma pasaportumu da almış bulunuyorum. Bununla birlikte Schengen uygulaması harika bir fikir. Sadece bir kimlikle koca bir kıtayı dolaşmak çok güzel bir imkân. Giderken olmasa da dönüşte mutlaka pasaport kontrolü olur diye tahmin ediyorum; çünkü Almanya’ya kaçak giriş bir hayli fazla. Herhangi bir boşluk rahatlıkla suistimal edilebilir. Bu ülkeye büyük bir rağbet var. Ama iyi ki ihtiyaç da var. Değilse gelişler çok çetin olurdu.

Otobüsüm geldi nihayet. Amsterdam Viyana arası bir hat olduğunu görünce şaşırdım açıkçası. Binerken sadece kimlik kontrolü yeterli görüldü. İki katlı otobüsün üst katına yönlendirildim. Koltuk numarası yazmıyor. Gece boyunca uyumayı planlıyorum ki öğle sonrası Viyana’yı gezip dolaşmaya enerjim olsun. Bakalım beni ne sürprizler bekliyor.

Otobüs Konforu

Gösterilen yere varınca yan koltukta başka bir yolcu oturduğunu gördüm. “Hallo” diyerek oturdumsa da rahat bir yolculuk olmayacağını düşündüm. Neyseki adam bir müddet sonra aşağıdaki boş koltuklardan birine gitti. Böyle daha güzel oldu diyebilirim. Ortak bir dilde buluşsaydık sohbet etme imkânı bulabilirdik belki; ama şimdilik dil problemi var. Bu durum can sıkıcı bir şey.

Gece olduğu için fırsat buldukça uykuya çekiliyorum. Bu otobüslerde lavabo olması en önemli farklılık. İhtiyaç durumunda şoförle yüz göz olma veya bir dinlenme tesisi ya da petrol istasyonu gözlemeye gerek kalmıyor. En azından koltukta yolcu namazı kılmak için abdest alma imkânı da var. Her şey gayet güzel yani. Yol güzergahı internetten görülebiliyor. Würzburg ve Nürnberg gibi önemli şehirlerden geçeceğiz; sonra da Viyana. Yolumuzdaki şehirleri ne oranda göreceğiz bilmiyorum tabii.

Sis Çökmüş Tuna Kıyıları

Yer yer ve özellikle büyük şehirlerde tren istasyonu yakınında durunca uyanmak kaçınılmaz oluyor. Bu durumda bir iki yerde indim. Uzun süre oturmak uyuşturuyor insanı. Dışarıyı seyretme imkânı olmayan yerlerde uyudum genelde. Ortalık ağarmaya başlayınca yeşillikler içinde yol aldığımızı fark ettim. Özellikle sabah buğusu içinde ilerlerken   karacalar dikkatimi çekti. Tarlanın birinde de bir çift tavşan koşturuyordu.

Yaşadığım kasaba ve çevresinde de yaban hayatı canlı; ama ülkemizde böyle bir manzara görmek neredeyse imkansız. Çünkü av konusunda sıkı kurallar olmadığı için yaban hayatı çökmüş durumda. Burada, neredeyse hiçbir canlı, insandan kaçmıyor. Demek ki korkutulmamışlar. Sabah aydınlığında manzaralar devişirirken birden bire bir nehirle yan yana ilerlemeye başladık. Meğer bu, “Tuna: Donau” imiş. Belgesellerden hatırladığım bu manzara beni şaşırtıyor. Yolculuğun armağanı bunlar.

Tarifle Adres

Viyana son iki yıldır üst üste “dünyanın en yaşanılabilir kenti” seçildi. Böyle olunca ve tarihi metinlerde de sıkça karşılaşınca merakım çoğalıyor. Dikkat ettim de bir ara internetim kesildi. Hattımın yurtdışına açık olduğunu bildiğim halde tereddüt yaşadım. Her ihtimale karşı Niyazi Bey’den yardım istedim. Navigasyon olmazsa irtibat da kuramam; zor durumda kalabilirim diye yazdım. O da “Kızım seni almaya gelebilir,” dediyse de zahmet vermek istemedim. Bunun üzerine eve kadar bütün durakları ve önemli noktaları tek tek yazıp gönderdi sağ olsun. İnince ilk durakta “Tageskart: Günlük kart” al, rahat edersin diye de uyardı. Ama bu tarifle adres bulmak kolay olacak mı? Ya da nasıl olacak bilmiyorum?

Son durakta olduğumuzu tahmin ederek muavine sordum. Emin olunca da doğruca metroya yürüdüm. Bir adet “tageskart” aldım. Yetmiş iki saat için on yedi buçuk euro ödedim ki pahalı değil bu. Neyse, biletimi alarak trene bindim. İki üç durak sonra yol bitti. Ters yöne bindiğimi anladım. Sonra yine tarifteki durakları dikkate alarak ve aktarmalar yaparak son durakta indim. Bir müddet tereddütlü yürüyüşten sonra sanki elimle koymuş gibi evi buldum. Mutlu da oldum açıkçası. Bence harika bir adres tarifi olmuş.

Niyazi Bey her şeyi ince ince düşünmüş. Fizik öğretmeni kızı karşıladı beni. Evde kahvaltı masasını hazır buldum. Bunun için teşekkür ettim ona. Kendimi hiç yorgun hissetmesem de bir müddet dinlenmem iyi olacak. Sonra okula doğru yürüyeceğim. En az yarım gün gezebileceğiz. En önemli yerleri en öne almak isabetli olur. Aklımda Viyana kuşatması’nın tarihi noktaları var. İlk önce oraları görmek istiyorum.

Türkenschanzpark

Kahvaltı sonrası istirahat için hazırlanan yere geçtim. Telefonum çalınca uyuyup kaldığımı fark ettim. Demek ki yorulmuşum. Buluşma saatimiz yaklaştı. Yine tarif üzerine yola koyuldum. Okulu bulmam da zor olmadı. Niyazi Bey, sınıfları ve etkinlik odalarını gezdirdi. İşleyiş hakkında bilgilendirdi beni. Eğitim yöntemlerinden, öğrenci haklarından ve öğretmen yaklaşımlarından bahsetti. Bazı noktalarda ülkemizdekinden farklı uygulamalar olduğunu gördüm. Sonra günün kalanını değerlendirmek üzere geziye başladık.

Niyazi Bey’in aracı olmayınca Kırgız öğrencisi Alidin Bey’den rica etti. Sağ olsun o da kırmadı. Özellikle Viyana Kuşatması’nda ordumuzun çadır kurduğu bölgeyi görmek istediğimi söyledim. Bundan dolayı  ilk rotamız “Türkenschanzpark: Türk Tabyası Parkı” oldu. Bu park İmparator I. Franz Joseph’in emriyle 1888’de, bir nevi zafer nişanesi olarak yapılmış. Niyazi Bey, buranın suyundan övgüyle bahsedince, parkın girişindeki tulumba tipi çeşmeden avuç avuç içtim. Gerçekten güzel bir su bu. Doğal kaynak suyu.

Parkta yürüyüşe devam ettik. Hayli büyük bir alan olduğu belli. Kızıl yapraklı kayın ağaçları göze güzel görünüyor; önünde fotoğraf çektirdik. Hemen yakındaki “Yunus Emre Çeşmesi” sürpriz oldu bana. 1991’de Osmanlı çeşme mimarisine benzer bir şekilde yapılmış. Buralarda Türk izi mermere işlenmiş sanki. İşte bu çeşmeyi görünce, ortak tarihin büyük avantajlar sağlayabileceğini de fark ettim.

Bir yandan konuşuyor bir yandan da adımlıyoruz. Öyle sanıyorum en uygun zamanda gelmişim buraya. Bunu ifade edince, “En güzel ay mayıs,” diyor Niyazi Bey, “O zaman her yer çiçeklenir, nefis manzaralar olur.” Ben zaten şimdi bile öyle görüyorum, diyorum. Çevre büyük bir titizlikle korunduğu için hava, su, toprak tertemiz, burcu burcu kokuyor. Kokuyor ama içimde ister istemez  bir burkuntu duyuyorum. Çünkü burası koca Osmanlı’nın çöküş dönemeci.

Kahlenberg Tepesi

Parktan sonra Kahlenberg’e yol alıyoruz. Evleriyle sokaklarıyla Avrupa’da olduğunu fark ediyor insan. Almanya’dan değil de Türkiye’den gelmiş olsaydım herhalde daha cazip bulur daha fazla etkilenirdim. Ama Almanya ile kıyaslayınca gayet normal geliyor gördüklerim. Yemyeşil dar sokaklardan hafif bir tırmanış sonrası tepedeki tesislere varıyoruz. Şehri ve Tuna’yı yukarıdan gören bu yer gayet ferah bir teras. Buradan bakınca, iki milyonluk şehir yeşillikler içinde kaybolmuş gibi. Tuna iki kol hâlinde düzenlenmiş. Kafenin terasından manzara gayet güzel görünüyor.

Birkaç kare fotoğraf çektirdikten sonra birer küçük fincan espresso içiyoruz. Yan masada oturan arkadaş, konuşmamız esnasında araya giriyor. Türkmüş meğer. Burada yaşayan ama bir türlü topluma entegre olamayan insanımızı eleştiriyor. Şehir hakkında da önemli bilgiler veriyor. İş adamı imiş ama ben akademisyen olduğunu düşündüm. Şartlar müsait olsa saatlerce dinler, istifade ederdim.

Ama şu var ki, dışıma vurmadığım o burukluk içimde duruyor hâlâ. Çünkü bu yer, 2. Viyana Kuşatması’nda (1683) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın otağını kurduğu alanmış. Tarih kitaplarında bahsedilir, uzun sürmüş kuşatma. Atalarımız bu göz kamaştırıcı şehri top gülleleriyle bozmak istememiş. Savaşsız ve kansız teslim almayı beklemişler. Fakat kaderin hükmü başka olmuş. Viyana’ya yardıma gelen Avrupa ordusu, beklenmedik bir şekilde baskın yapınca, bir bozgun ve geri çekilme havası oluşmuş. Bu olay “dünyanın en güçlü ordusunu geri çekilmek zorunda bıraktık, algısına sebep olmuş. Osmanlı, bir süper güç olduğundan ve devlet düzeni de sağlam temeller üzerine oturduğundan yıkılış iki yüz kırk sene sonra gerçekleşmiş.

Kahve sonrası, tepenin aşağı bölgesinde kalan “Döbling”e, “Leopoldsberg”e iniyoruz. Alidin Bey, işi sebebiyle gidince iki kişi dolaşmaya başladık. Viyana Kuşatması’nın izleri burada da karşımıza çıkıyor. Özellikle “Kazak anıtı” dikkat çekici. Önünde: “1683’te Viyana’nın kurtarıcıları olan Ukrayna Kazaklarına adanmıştır” yazıyor. Osmanlı’nın geri püskürtülmesinde aktif rol oynamış bunlar. Ama bunda Kırım Hanı Murat Giray’ın Merzifonlu’ya tepkisinin de payı söz konusu. Lâkin hiçbir şeyin bir tek sebebi yoktur. Bu olayda da kişileri ya da belli bir kesimi suçlamak doğru olmaz.  Bununla birlikte üç yüz senedir dünya dengesinde söz sahibi değilsek başlangıç yeri ve zamanı burasıdır.

Hasan Çağlayan

Haziran 2024 Assenheim Oberhessen

*Bu yazı dört bölüm olarak yayımlanacaktır.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *