Nasıl Yazar Olunur/ Agota Kristof

Öncelikle yazmak gerekir, elbette. Sonra da yazmaya devam etmek. Kimsenin umurunda değilken bile. Kimse­nin asla umurunda olmayacağı duygusuna kapılırken bile.
Yazılmış kağıtlar çekmecelerde birikirken ve diğerleri ya­zılırken unutulurken bile.
İsviçre’ye geldiğimde yazar olma umudum hemen hemen sıfırdı. Bir Macar edebiyat dergisinde birkaç şiirim yayımlanmıştı yayımlanmasına ama şansım ve imkanın buradan ileriye gitmiyordu. Uzun yıllar süren azimli ça­lışmalarım sonucunda Fransızca kaleme aldığım iki piyesi tamamlamayı başardığımda bile, bunları ne yapmam, ne­reye ve kime göndermem gerektiğini tam olarak kestire­miyordum.
lohn ve Joe adlı ilk piyesim bir kafede, Neuchatel Cafe du Marche’de sahnelendi. Cuma ve salı günleri bir­ kaç amatör oyuncu, akşam yemeği sonrası orada “kabare akşamları” düzenliyordu. Tiyatro yazarlığı “”kariyer”im de böylece başlamış oldu. Aylarca oynanan bu oyunun başarısı o zamanlar beni çok mutlu etti ve yazmaya de­ vam etmem için cesaretlendirdi.
İki yıl sonra piyeslerimden bir diğeri, Neuchatel ya­ kınlarındaki küçük Saint-Aubin kasabasında, Tarentule Tiyatrosu’nda sahnelendi. Oynayanlar yine amatör ti­yatroculardı.

Kariyer”im burada son bulmuşa benziyor, onlarca metin taslağım da bir rafın üzerinde yavaşça sararıyor.
Neyse ki biri metinlerimi radyoya göndermemi öneriyor, bu da başka bir “kariyer”in başlangıcı oluyor, radyo tiyat­rosu yazarlığı. Radyoda oyunlarım seslendiriliyor ya da daha doğrusu, profesyonel oyuncular tarafından okunu­ yor, gerçek bir yazar gibi telif sahibi oluyorum. l 978-1983 yılları arasında, Radio Suisse Romande, piyesle­rimden beşini radyoya uyarlıyor, hatta çocuk yılı şenlik­leri için bir sipariş bile alıyorum.
Yine de tiyatroyu bütün bütün bırakmıyorum.
l 983 ‘te, Neuchatel Kültür Merkezi tiyatro okuluyla ça­lışmayı kabul ediyorum. Benden istenen ısmarlama bir iş, on beş öğrenci için bir piyes yazmak. Bu iş çok hoşu­ma gidiyor, bütün provalara katılıyorum.
Dersler genellikle her türlü beden egzersizleriyle başlıyor. Bu egzersizler bana, çocukluğumuzda karde­şimle ya da bir arkadaşımla yaptıklarımızı hatırlatıyor.
Konuşmadan, kımıldamadan, yiyip içmeden durabildiği­miz kadar durduğumuz oyunlar .. . Çocukluk anılarımla ilgili kısa metinler yazmaya başlıyorum. Bu kısa metinle­ rin günün birinde kitaba dönüşeceğini aklımdan bile ge­çirmiyorum o sıralar. Bununla birlikte, iki senenin so­nunda, masamın üzerinde, içinde gerçek bir romana benzer, tutarlı, başı sonu olan bir hikayenin bulunduğu koca bir def t er duruyor. Onu takdim edilebilir bir metin haline getirene kadar uzun bir yol var daha, daktilo et­mek, düzeltmek, yeniden daktilo etmek, fazlalıkları at­ mak, tekrar tekrar düzeltmek gerekecek. Yine de bu el­ yazmasıyla ne yapmam gerektiğini tam olarak bilemiyo­ rum henüz. Kime göndermeli, kime vermeli? Yayıncı tanıdığım yok, tanıyacak kimseyi de tanımıyorum. Ak­lımdan belli belirsiz, L’Age d’Homme Yayınevi’nin adı geçiyor ama bir arkadaşım, “Paris’teki en büyük üç yayı­nevinden başlamak gerek, ” diyor. Bana üç yayınevinin adresini veriyor: Gallimard, Grasset, Seuil. Dosyanın üç kopyasını çıkarı yorum, üç paket hazırlıyorum, birbirinin aynısı üç mektup yazıyorum: “Sayın yetkili. . .” Hepsini postaya verdiğim gün büyük kızıma haberi veriyorum.
“Romanımı bitirdim.” “Sahi mi? Yayımlarlar mı sence?” “Evet, tabii ki,” diyorum.
Gerçekten de, bir an bile kuşku belirmiyor içimde.
Romanımın iyi bir roman olduğu ve sorunsuzca yayım­lanacağı kanısındayım, eminim bundan. Bu yüzden dört ya da beş haf t a sonra, önce Gallimard sonra da Grasset dosyamı nazik ve mesafeli bir ret cevabıyla birlikte geri gönderdiklerinde hayal kırıklığından çok şaşkınlık olu­ yor hissettiğim. Başka yayınevlerinin adreslerini araştır­malıyım diye düşünürken, bir kasım öğle sonrası telef o n çalıyor. Hattın öbür ucundaki Seuil’ den Gilles Carpenti­ er. Dosyamı henüz okuyup bitirdiğini ve yıllardan beri böyle güzelini okumadığını söylüyor. İlk okumadan son­ ra baştan sona tekrar okuduğunu ve yayımlamayı düşün­ düğünü söylüyor bana. Ama öncesinde birkaç kişinin daha onayı gerekiyormuş. Birkaç hafta içinde beni ha­berdar edecekmiş. Bir haf t a sonra beni tekrar arayıp, “Sözleşmenizi hazırlıyorum,” diyor.
Üç yıl sonra Berlin sokaklarında çevirmenim Erika Tophoven’le geziniyorum. Kitapçıların önlerinde duru­yoruz. Vitrinlerinde ikinci romanım. Evimde, bir rafın üzerinde, on sekiz dile çevrilmiş, Büyük Def t er . Akşamına Berlin’de, bir okuma etkinliğimiz var. İn­sanlar benimle tanışmaya, beni dinlemeye, bana sorular sormaya gelecekler. Kitaplarım hakkında, hayatım hak­kında, yazarlık serüvenim hakkında. Soruya cevabım şöyle: Yazdığınız şeye inancınızı asla yitirmeden, sabır ve kararlılıkla yazarak yazar olunur

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *