Bir Yadigâr / Alim Sariye

Soğuk bir şubat akşamı; bir elimde kahverengi valizim, diğer elimde yıllara meydan okuyan sırt çantam. Sokak lambalarının titrek ışıkları altında uçuşan beyaz kelebekler misali, ince ince savrulan kar taneleri eşliğinde, yerdeki ayakkabı izlerinde donmuş buzların çıtırtısıyla yürüyorum. Bir tarafta kulaklarımda uğuldayan rüzgarın sesi, bir taraftan üzerine hevesle bastığım buzlatın çıtırtısı. İsmini koyamadığım bir melodinin nakaratları gibi her adımda solgun notalar. Hava öylesine soğuk ki, on dakikalık mesafe sanki bir saat gibi geliyor bana. Nihayet, yeni meskenim olacak öğrenci yurdunun kapısındayım ve anne kucağı gibi ruhumu saran sıcacık atmosferinde yeni arkadaşlarımla tanışma faslı başlıyor.

Kuşburnu ve kavak ağaçları arasında üç katlı mütevazi bir mesken burası. Bir öğrencinin en verimli şekilde derslerine çalışıp, huzurla dinlenmesi için dizayn edilmiş mükemmel bir ortam. Kütüphanesi, ibadethanesi, yemekhanesi, revir ve altlı üstlü ranzalardan müteşekkil istirahat odaları ve derslikleri olan, öğrencilere tahsis edilmiş, hayırseverlerin gayretleri ve himmetleriyle faaliyetlerini sürdüren bir ilim yuvası.

Yatsı namazından sonra, mütalaa için bir araya geldiğimiz sınıflarda derin bir sessizlik hakim. Herkes kendi dersine odaklanmış kemâl-i hassasiyetle konular tekrar tekrar gözden geçiriliyor, adeta zamanla yarışarak aydınlık yarınlara hazırlanıyorlar. Derslerini ve ödevlerini bitirenler uyku için odalarına çıkıyor. Uykusuzluğa direnen bir iki öğrenci kütüphanenin rafları arasında yeni bilgiler avlama peşinde. Ama yorgun gözler daha fazla dayanamıyor ve onlar da uyku için odalarına giderlerken bir öğrenci kalıyor sınıfta bir de ben. Arasıra benim de gözlerim kapanıyor fakat ödevlerimi bitirmeden yatmamaya kararlıyım.

Bir taraftan diğer arkadaşımı göz ucuyla süzüyorum. Önünde açılmış bir kaç tane kitap, elinde ahşap cetvel ile bazı satırların altını çiziyor, bazen de küçük not defterine birşeyler yazıyor. Masadaki yeşil plastik kabın içinde biraz su var. Suyun içinde beyaz bir mendil. Arasıra mendilin suyunu iyice sıkarak yüzünü, alnını ve enselerini ıslatarak zindelik kazanmaya çalışıyor, bir müddet sonra gözleri kapanmaya başlayınca aynı işlemi tekrar ediyor. Sabrına vurgun olduğum insan, bu nasıl sabır? Yanına gidip tanışmak istiyorum ama, öylesine konsantre olmuş ki, onun bu ahengini bozmak istemiyorum. Onu böyle gördükçe benim çalışma azmim daha da artıyor.

Kitaplarını toplayıp ayağa kalkınca hemen yanına sokulup selam veriyor ve kendimi tanıtıyorum. Başka bir şehirden geldiğimi, artık burada kalacağımı söylüyorum. Mütebessim çehresi ve memnuniyet izhar eden edasıyla o da kendisini tanıtıyor:
—Adım Yadigâr. Lise ikiye gidiyorum. Ben de başka bir şehirden geldim buraya. Yarın burada mütevelli heyetinin toplantısı var ve ben onlar için bir hazırlık yapıyorum.
Meğer aynı yaşta ve aynı sınıftaymışız. Konuşmalarındaki sadelik ve duruluk, tebessümündeki vakar ve ciddiyet, yüzündeki samimiyeti görünce, sanki gencecik bedeninde yetişkin bir arifin ruhu var zannedersiniz.

Ertesi sabah birer ikişer misafirler gelmeye başladılar. Bir müddet sonra yurdun önü tamamen arabalarla doldu. Yadigar misafirleri kapıda karşılıyor, onu gören yaşlı amcalar “Yadigar Hoca” diyerek boynuna sarılıyor ve alnından öpüyorlar. Büyük salondaki kanepelerde oturacak yer kalmadığı için daha sonra gelenler yerde oturmak zorunda kalıyorlar. Yurt müdürü İbrahim bey kısa bir konuşma yaptıktan sonra Yadigar’ı yanına çağırıyor ve misafirlere bir iki kelam etmek ister misin? diye soruyor. Yanaklarında kızıl alevler, alnında yağmur taneleri gibi ter. Estağfirullah hocam, siz nasıl münasip görürseniz.. Beyaz gömleğinin yakasına mikrofonu iliştiriyor, besmele ve dualarla konuşmasına başlıyor.

Ruhlara inşirah veren bir musikînin en tatlı nağmeleri gibi, pes perdesiyle başlayıp tiz ile biten, duygu yüklü notaların serencamı ile tekrar pes durağında hitama eren, beden dilinin hitabetle bütünleştiği böyle bir zerafet karşısında herkes mest oluyor, bu yaşta böylesine bir kabiliyet ve zekanın iman ve aksiyonla ruhlarda hasıl ettiği hakikatlere şahit oluyorlar.

Yadigar hoca şahadet parmağını yukarıya kaldırarak sohbetine devam ediyor; Yarın hesap gününde biz gençlere soracaklar; Büyükleriniz sizin okumanız için bütün imkânlarını seferber ederken sizler vazifenizi yerine getirdiniz mi? Dur durak bilmeden çalışıp, sizden sonra gelecek nesillere zemin hazırladınız mı? Yüce Allah’a karşı kulluk vazifenizi hakkıyla ifa ettiniz mi? Ailenize, milletinize ve vatanınıza karşı ilmen ve ahlaken hayırlı birer insan olmak için gayret gösterdiniz mi?
Siz büyüklere de soracaklar; Bütün imkanlarınızı bu neslin kurtuluşu için seferber ettiniz mi? Okuma imkanı olmayan talebelerin elinden tuttunuz mu? Dersaneler, yurtlar, üniversiteler açtınız mı? Dünyanın bir ucudan diğer ucuna bu insanlık hizmetini götürdünüz mü?
Eğer siz de bizler de bu sorulara müsbet cevap verebilirsek kurtulduk demektir. Şayet vazifelerimizi aksattıysak sırtımızda büyük bir vebal var demektir. Fakat bu âlî heyet görevini layıkıyla yapıyor ki bugün burada böylesine güzel bir çatı altında bizleri bir araya getirmiş. Allah’a şükürler olsun.

Ah Yadigar hocam! Yıllar ne çabuk geçti. Küçük bir kamyonetin arkasında seninle beraber birkaç talebe ile köy köy, kasaba kasaba dolaşarak zeytinyağı topladığımız günler. Ramazan ayında Yeniköy’de Mehmet abinin narenciye bahçesinde ağaçlara tırmanarak mandalina topladığımız zamanlar. Bekir abinin kiraz bahçesinde çeşmenin başında yaptığımız iftarlar. Kurban bayramı telaşesiyle fakir fukaraya et ulaştırmak için ölesiye koşturduğumuz dönemler. Kadir abinim üzüm bağındaki sohbetler ve orada kılınan namazlar, cırcır böcekleri eşliğinde hep beraber yaptığımız tesbihatler, dualar..
Ben şimdi yalnızlığın cenderesinde, mazinin unutulmaz besteleri hep dudaklarımda.. penceremin buğulanmış camlarını silip uzaklarda uçuşan martıları seyrediyor, akşamları bulutların arasında bir kaybolup bir ortaya çıkan mehtabı temaşa ederken, kendi kendime mırıldanıyorum. İnanıyorum ki şu anda benim seyrettiğim mehtabı Yadigar kardeşim ve bütün dostlarım seyrediyorlar. Selam dostlara..

Alim Sariye

One thought on “Bir Yadigâr / Alim Sariye

Leave a Reply to Necat TARAKÇI Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *