Çay Tiryakileri / Derya Hekim

      Dışarıdan sızan ışığın aydınlattığı koca bir koğuş, hatta yan yana dört koğuş. Evet nasıl anlamlandırmak istersen bu karanlığı öyle bir yer işte. İlk karşısında durduğumda usulca eşime yaklaşıp kimler var içeride? Bizi de oraya mı koyacaklar? Parmaklıklara yığılan bu insanlar neden orada? Gibi sorular sormuş ve “Sanırım şimdi korkuyorum” demiştim. Eşim gayet sakin haliyle rutin işlemler için bekleme salonu dedi. Rutin işlemler için bekleme salonu mu? Nasıl bir salondu burası yahu diyecektim ki “Kontrol bitti ilerleyin” dendi.

      Allah’ım neresi burası diye diye içeri adımımızı attık. İçerisi göründüğünden çok daha geniş ve çok daha kalabalıktı. Hayretim bir kat daha büyümüştü. Etrafa bakınmaya başladık. Her yer doluydu. Tüm ranzalar altlı üstlü doluydu. Kadınlara karşı ayrı bir özen vardı. Kadınlar için bulundukları ranzaların etrafına örtüler çekilmişti. Hayretim bir adım daha büyüdü bu manzara karşısında. Bu bekleme salonu pek bir nazik kimseciklerle doluydu anlaşılan. Şaşkınlığım geçmeden sizi şöyle alalım daveti geldi. Allah Allah davetin kibarlığı mekanın kasvetini dağıtmıştı bir anda. Arka taraflarda bir ranzanın alt katı ayrılmıştı bizim için. Üç kişilik yatak yapılmıştı o salonun kendine has eşyalarıyla. Normal vakitte olsa kirli diye yanına yaklaşmazdım belki de. Ah! çok utandım bu düşüncemden. İrkildim birden. Heyhat, sen dün gece dokuz saat yol yürüdün. Sırtına kâh çanta aldın kâh uyuklayan yavrunu bağladın. Sabaha karşı bir okulun sandalyesinde uyukladın. İnsanlar senden pek ürkmüşlerdi. Garip gelmiştin onlara. İşte onlar da sana sabah öyle bakmışlardı ya. Sen kimsin be hey zavallı… Şimdi seni süzgeçten geçirenin bekleme salonuna laf ediyorsun. Bu utanç, etrafımda olanları unutturdu bana. Eşimin ve oğlumun etrafıyla kaynaşıp sohbet eder halleri iyice bekleme salonunda olduğumuza ikna etmişti beni. Bu salon çok ilginç bir yerdi. Kimi birkaç saat bekliyor, kimi gün sayıyor, kimi de aylara talim ediyordu. Bir çok özelliği vardı. Bu özelliklerinden biri de; yeni gelen, salonun şartlarına uygun en ala haliyle karşılanıyordu. Diğer özelliği ise gidecek kişinin talim terbiyesini bir önceki almış oluyordu. Yanlış anlaşılmasın ders olarak verilmiyordu bu haller. Aksine sadece gönülden akıp geliyor, diğerinin gönlünde makes buluyordu. Bu salonun bir özelliği de her türlü meslekten insanları barındırmasıydı. Belki en ilginç özelliğidir bu. Doktor desen var, hakim desen var, öğretmen deme hiç, ne yana dönsen var. Her meslek sahibinin yanına bir öğretmen verilmiş gibi adeta. Ne kadar ilginç bir salon değil mi? Eğitimli bu kadar insan korku saçan bir salonda bekliyor. Korkutması içine girene kadar aslında. İçeri girince rahmet esintisi sarıyor her yanı. Ama bunu anlamak için soluklanmak lazım önce. Bu canım salon bir gecede bize yolunu yordamını öğretti o koca kalabalıkla. Ve sabahın ilk ışıkları ile koca koğuş boşaldı. Sanki bizi karşılamak için ordaymışlar gibiydi. Bir biz kaldık bir de bizimle yola revan olan yol arkadaşlarımız. İki aile kalakaldık. Dün öğrenmiştik madem buranın usulünü, o zaman bugün sahibi idik. Başladık temizlik yapmaya. Gidenlerden kalan battaniyeleri katladık. Her ranzayı yeni gelecekler için hazır ettik. İçerisi düzenli ve temizdi şimdi. Kapı açıldı, bir görevli girdi içeri. Etrafa bakındı. Şaşırdı, bir süre sonra ‘’KALİMERA’’ dedi. Şaşkınlık sırası bizdeydi. Ne dedi? Ne demek istedi? Biz bu yere pek yabancıyız. Dillerini bilmiyoruz daha.Yanlış mı duyduk diye birbirmize bakarken “Good morning” dedi. Anladık artık yok olmaya yüz tutmuş ingilizcemiz ile. Sonrası artık vücut diliyle anlaşma yoluydu. Yan koğuşa geçeceğimizi söyledi. Gördük ki anlaşmak için dil gerekmiyordu. Hal dili daha anlaşılır daha kucaklayıcıydı. Geçtik yandaki bekleme salonuna. Edep erkan yine aynı düstur üzerineydi. Hoş karşılanıp hoş ağırlandık. Dün geceden sonra pek kolay alıştık. Küçük oğlumuz oyun parkına gelmiş gibiydi. Yaşıtları ve biraz daha büyük on iki çocukla üst ranzayı seyir tepesi yaptılar. Hayret edilecek kadar kısa sürede oldu bu.  Karşıda dilini bilmedikleri çizgi filmlerin yer aldığı televizyonu izlemek nasıl keyif veriyordu masumlarımıza.  Bekleme salonunda bulunan herkes bir şekilde nasibini tatlı tatlı alıyordu. Buranın en güzel ikramı pet şişelerden yapılan çaydanlıklarımızdan içtiğimiz çayımızdı. Alışkanlık işte, çaysız yapamıyoruz.  Dört tane pet şişemiz vardı. Bir arkadaşımızda da sallama çay. Sıcak suyu da bu salonun bekçilerinden istedik. O kadar masum varken su pek lazım oluyordu. Kalan suyu pet şişelere doldurup ikisine çay atıyorduk. Ve bunları ninesinin torunu için dokuduğu battaniyede pişiriyorduk. Evet pişiriyorduk. Çünkü tam olarak  masumun battaniyesi ocağımız olmuştu. Yeniden sıcak su gelene kadar dem alıyordu çaylarımız. Böylece çay tiryakisi olduğumuzu bir kere daha ispatlamıştık. Çay sohbetlerimiz de, sofralarımız da pek meşhurdur bizlerin. Otomattan alınan malzemeler ile hazırdı işte. Şimdi beyler için ranzanın üst makamı çay meclisi olabilirdi. Hanımlar için biraz daha özenli olan bir mekan hazırladık. Ee kadın bu,  her yerde keyfine pek düşkün. Çay saati herkes için derlenme toparlanma saati oluyordu sanki. Herkese birer bardak düşüyordu belki ama o bir bardak pek bereketli ve çok lezzetliydi. Çocukların akşam karanlığına rağmen koridordan sızan ışıkla yetinmesi bile pek şaşılacak işti. Buna rağmen çay meclisi kuran divanelerdik işte. Aslında bizler pek karanlık görmüyorduk orayı. Biz gece de olsa gündüz de olsa hep yemyeşil bir bahçede hissettik kendimizi. Zeytinyağlı yemeklerimizden bahsettik. Bahçe işlerimizden sözler ettik. Ve sohbetlerimiz çıkış için yapılan çağrılarla devam etti. Familie Hekim, familie… gibi bulunan herkesin çıkışını anlatan bu davetti konumuz. İnsan zindanda iken nasıl bunları düşünebilir ki? Nasıl karanlıktan zevk alabilirdi? Nasıl derdi, aslında baharı tadıyoruz kışa yüz tutmuş şu günlerde? Akıl ile bakınca bir kere daha hayretler içinde kalıyoruz. Akıl yürütmekten vazgeçip usulünce kalmak elzemdi anlaşılan. Bu halde geçen zamanı kaydetmesek bilemezdik koca dokuz günü devirdiğimizi. Ama gönle sorsan belki dokuz saat diyecekti. Ah şu yazmak arzusu yok mu! Orada  da rahat durmayıp kayıt altına aldırmış satır satır salonu.  Ve not düşülmüş satırlara: “Bu salonun sırrı kainat kitabını okumaktan geçiyor.”  Altı yüz sahifelik kitabı bitirmek kolay iş değil ama pervane gibi topluyor bekleyenleri etrafına. Aralarında paylayıp okuyorlar.  Sonra hep birlikte âminler ile bitiriyorlar. Bayram yeri midir yoksa burası?  Tam bir karmaşa, aslına bakınca.  Hangisi aslıydı? Benim içeride hayretimi gün gün büyüttüğüm manzara mı? Parmaklıkların dışından içeriye bakan görevlinin gördüğü mü? Hangisi hakikatti? Birimiz hayal aleminde olmalıydık. Fakat burası hayal olamayacak kadar anlamlıydı.

Derya Hekim

One thought on “Çay Tiryakileri / Derya Hekim

Leave a Reply to Adem Yağmur Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *