Kırmızı Şapkalı Kız / Asilhan

Dört duvar arasında seslerin, ışıkların çekildiği zamandayız. Herkes kendi derin yalnızlığına çekiliyor.
Yatağımızda ne yana dönsek kendi yalnızlığımıza çarpıyoruz. Duvarın öbür tarafındaki dünya, yıldızlar
kadar uzak bize. Hayatımıza ışıklı galaksiler gibi giren insanları karadelikler yutmuş gibi hayatımızdan
çekildiler.
Şimdi erik ağaçları çiçek açmıştır. Belki kiraz ağaçları da… Parklarda cıvıl cıvıl çocuklar…
Dört duvar arasına sıkışmış yavruma baktıkça içim parçalanıyor. Onun buradaki varlığı yaşama
sevincim ancak buradaki hali içimde burgulanan keskin bıçak!
O akşam Kırmızı Başlıklı Kız masalını anlatıyorum Saliham’a.
“Anne kurt nasıl bir şey?”
Koğuşta televizyon olsa belki belgesellerde görürdü bazı hayvanları. Hepsini zihninde kendisi
tamamlıyor. Ne kadar anlatsam da tam tarif edemediğimi seziyorum.
Köz kapakları ağırlaşıyor. Masalın sonunu merak ediyor.
“Peki anne kurt, Kımızı başlıklı Kız’ı yiyor mu?”
“Hayır kızım, hiç bir zaman da yiyemiyor.”
Rahatlıyor. Masal tamamlanmadan uyuyor…
*
Sabah, gardiyanların avlu kapısını açmasıyla bizimle beraber sayıma çıkıyor. Sayım yapılırken elimi
daha bir sıkı tutuyor. Sayım sonrası avluda koşturmaya başlıyor. Onun oyun bahçesi, parkı, sokağı
burası.
Herkes kendi dünyasına dalıyor. Kimi yoğurt kabında çamaşırını yıkıyor, kimi avlunun bir köşesine
gerdiği ipe arkenden yıkadığı çamaşırlarını asıyor, kimi yatağına çokıp hasret duyduğu çocuklarının
hayaline dalıyor, kimi kahvaltı hazırlama telaşında…
Kızımın aklı, akşamki masalda takılmış. Alt ramzada yatan Nesibe Hanım, birkaç gündür dışardaki kızı
için ördüğü kırmızı şapkayı Salihamın başına takıyor.
“Şimdi sen de kırmızı başlıklı kız oldun.” diye onun sevincine ortak oluyor
Kahvaltıya oturduğumuzda herkes haberleşmişçesine Saliha’ya, “Aaa Kırmızı Başlıklı Kız!” diye
sevgisini belirtiyor.
Sevinçten yanaklarında kırmızı çiçekler açıyor kızımın.
“Ama bu başlık değil ki kırmızı şapka” diyor.
O günden sonra adı Kırmızı Şapkalı Kız kalıyor.
*
Kendimiz olarak mutluyduk, oysa biz bu değildik. Herbirimiz başka bir insanız sanki. Kendimizi başka
bir insan sanarak yaşasak da kim olduğumuzu biliyorduk.

Kahvaltı sonrası heyecanla elime yapışıyor avluya çıkıyoruz. Avlunun su tahliye borusunun hemen
kenarında yeşermiş bir otu gösteriyor heyecanla.
“Anne bu büyüyüp ağaç olur mu?”
Umudunu söndürmek istemiyorum.
“belki olur yavrum”
Hayalini süslemeye devam ediyor.
“Peki ağaç olursa başına kuşlar da konar mı anne”
İçimdeki sözler depreme uğramış züccaciye dükkanı gibi karman çorman oluyor. Bu hayalin nereye
varacağını tahmin bile edemiyorum. Dışardaki bütün gerçeklik yavrumun Kaf Dağı. Kuşların hepsi
masallarda duyduğu anka kuşu. Ormanın nasıl birşey olduğunu bilmese de ormandaki arkadaşları yedi
cüceler. Kedileri bilmediği için, Külkedisi onun arkadaşının ismi. Pinokyo erkek arkadaşı, Kırmızı
Başlıklı Kız, sırdaşı.
Hep uyurken tanıştığı bu arkadaşlarıyla rüyasında kimbilir ne maceralar yaşıyordur.
“Ağaçların kökleri toprağa doğru büyümezse kendileri de çok büyümezler. Belki de çok büyümez
böyle kalır bu.” dedim.
“Toprak nerde anne?” dedi.
“Toprak, dışarda, yaşadığımız yerin dışında”
“Yedi cücelerin ormanında çok ağaç olduğuna göre toprak çoktur değil mi. Yeri kazsak buradan
ormana gidebilir miyiz anne?”
“Yer beton kızım. Onu kazmamız mümkün olmaz. Hem çevremize zarar vermemeliyiz değil mi”
Bırakmadı… Sürekli bir umut kapısını açmak için zorladı durdu. Onun ruhu da buralara sığmıyordu
artık. Düşünsenize buraya geldiğimizde henüz bir yaşında bile değildi, emekliyordu. Şimdi beş yaşını
bitirmek üzere.
Bildiğim kadarıyla bir çocuğun ruh haritasının yüzde sekseni, altı yaşına kadar şekillenirmiş. Fiziki
olarak dünyaya getirdim ama koruyamadım onu. Bu çaresizlik içimde alevli ateş. Dış dünyadan sadece
kadın gardiyannları, ara sıra ziyaretine gelen kız kardeşlerim ve annemden başka kimseyi görmemişti.
Diğer akrabalarım zaten yokluğa mahkum etmişlerdi bizi.
Dışarıya çıktığımızda karşılaşacağı ilk erkeği farklı bir yaratık olarak algılayacak belki kızım.
Annesinden altı yaşında doğmuş bir çocuk gibi olacak onun yaşayacakları. Ruh şekillenmiş, zihin
çalışıyor ve gördüğü herşey yabancı. Cennetten kovulmuş Havva’nın cehennemden çıkmış hali gibi
şaşkın bir durum!
Babası da içerde olduğundan hiç görmediği babasını idrak edemeyecek. Cezaevinden çıkıp geldiğinde
onun bir erkek olmasını yadırgayacak. Bütün kuşların anka kuşu olmadığını görecek. Bremen
Mızıkacıları’ndaki eşeği, horozu, kediyi ilk defa görecek. Bütün kız çocuklarının kırmızı başlıklı kız
olmadığını görecek. Hiçbirşey hayal ettiği gibi çıkmayacak belki, sarsılacak. Bütün erkeklerin Keloğlan
gibi sevimli olmadığını görecek mesela. Okulla tanışacak. Herkesin pamuk prenses ve yedi cüceler
olmadığını görecek. En kötüsü de kimileri tarafından, “teröristin çocuğu” diye dışlanacak. Teröristin
ne olduğunu anlamaya çalışacak. Öğrendiğinde,ruhu alllak bullak olacak. Benim annem böye birisi
değil diye ilk defa isyan duygusuyla tanışacak. Öfkeyle, nefretle, kötülükle tanışacak. Bunlarla

mücadele kanatları açılmayacak. Belki daha büyük bir yalnızlığı dışardayken yaşayacak. Aşılmaz bir
boşluk oluşacak ruhunda. Onu masallarla avutarak iyi mi yaptım bilmiyorum. Zihnindeki masalsı
görüntüler, gerçeklerle karşılaşınca belki de onda derin bir boşluk oluşturacak. Yalnızlığa iten bir hayal
kırıklığı oluşturacak. Ruhu şekillenirken burada yaşadığı derin yalnızlık, ömür boyu onun peşini
bırakmayacak. Kendi mahpusluğuna çekilecek belki gönüllü olarak. Dünyaya özürlü bir çocuk
getirmemiştim ama hayatın içine ruhu yaralı olarak katacağım onu.
Bu süreçte öylesine eksildik ki bize dokunan herkesi de eksilttik. Bu sürecin en mağduru, Saliham gibi
mağdur çocuklar… Yaralanmışlar…
*
Bedenleri koğuşta, avluda ama ruhları hep başka alemde kadınlar…
Avlunun bir köşesinde kızına sarılldı Serap öğretmen. Gözyaşlarını ondan saklamak için başını göğsüne
bastırdı. Saçlarını öptü. Avludaki diğer kadınlar teselliye gelmediler. Zira bu manzara artık olağan bir
manzaraydı ve herkesin başındaydı. Herkes kendi iç dünyasının ağıt yakıcısıydı. Kiminin çocuğu
akrabalarının yanında, kiminin çocuğu yetiştirme yurdunda. Kimi de çocuksuz, daha evlenme
hayallerinde…
Avlunun bir köşesinde Salihası’na sarılıp öylece çaresiz kalakaldı Serap öğretmen. Zihninde, sessizce
akan kelimeler…
“Bize dokunan herkesi eksilttik. Bize dost eliyle dokunanların ellerini uzatamaz hale getirerek
eksilttiler. Bize zulüm dokunuşu yapanlar da kendi insanlıklarını eksilttiler.”
Avlunun diğer köşesindeki topal masada nişanlısına mektup yazan Elif öğretmene baktı ıslak gözlerle.
Sonra diğerlerine… Ne yana dönse kendisine çarpıyordu.
*
Beş yıl sonra bir ikindi sonrası, bir elinde siyah naylon poşet diğer elinde Salihası unutuşun atına binip
arkalarına bile bakmadan ayrıldılar cezaevinden. “İyi insanlar iyi atlara binip gittiler” sözü, masumların
tıkılcığı bu yerlerden tahliye olanlar için söylenmiş olsa gerek.
Saliha’nın gözleri faltaşı!
“Dışarı çıkmak beni mutlu etti. Artık ösgürüm. Artık koğusta değilim. Kousta her yer kapalı ama
buyası açık. Dimi anne. Ayabalar var, kuslar, ağaçlar var…”
İlk defa görülen deniz, dağ, ağaçlar. Masal ejderhaları gibi birbirini kovalayan arabalar. Gökyüzünde
uçuşan kuşlar. Bir de tuhaf bıyıklı adamlar…!
*
Eve geldiklerinde, farklı bir masal ülkesinde olduğunu düşündü Saliha. Teyzelerle can sarması oldular.
Anneanne dua faslında…
Saliha açık televizyonun önünde şaşkın. Birden yayın akışı kesiliyor. Geniş alınlı uzun bir adam öfkeyle
konuşmaya başlıyor. İrkilip kendini geriye atıyor Saliha.
“Anne bu kim?”
Kırmızı Başlıklı Kızı yemek isteyen ama Allahın izniyle yiyemeyen o kurt bu işte kızım!

One thought on “Kırmızı Şapkalı Kız / Asilhan

Leave a Reply to Adem Yağmur Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *