Müebbet Aşk / Zehra Canbaz

       

        Yemeğe oturduktan bir süre sonra Salih;

-”Niye bana söylemeden çocukları kursa yazdırdın?” dedi.

Bahar;

        -”Çocukların bu takviyeye ihtiyacı var. Derslerde başarıları düştü.

        -Ben onu bunu bilmem, o kursun uzakta olduğunu bilmiyor musun? Bu karda, kışta nasıl gideceksiniz? Ben çoğu zaman görevde olacağım yüksek ihtimalle. 

       -Leyla hanımla sözleştik. O da çocuklarını yazdırdı. Hep beraber gidip, geleceğiz.

       -Diyelim işi çıktı. Nerden biliyorsun sözünde duracağını?

       -Niye durmasın canım?

       -Ben sana insanlara bu kadar rahat güvenme diyorum. Hem niye bana sormadan tek başına karar veriyorsun ha?” diye iyice öfkelendi Salih.

Masaya yumruğunu vurduğunda çocuklar sıçradı. Bahar ise çoktan ağlamaya başlamıştı.

    Hızlıca çarpılan kapının sesi, binanın her yerinde yankılandı. Lojmanın bahçesinde yürürken dudakları hâlâ titriyordu. Kapıdaki askere selam verdi. Mavi çadır gerili balkonları olan bu binaya uzaktan baktı. Dişlerini sıkıyordu. Arabasına binerken bir sigara yaktı. Dağlar uzaktan sisli görünüyordu. Geceye doğru hava sıcaklığı daha da eksilere inmişti. Klimayı çalıştırmak için kontağı çevirdi. Hemen hareket etmedi. Farlar açık değildi. Çocukların annelerinin bacağına korkuyla sarılmaları gözünün önüne geldi. Derin derin nefes almaya başladı. ”Ulan Salih, ne vardı o kadar öfkelenecek?” diye geçirdi içinden. 

        Yine bir gece daha arabada sabahlayacaktı. Dikkat çekmemek için uzak, izbe bir yere gitmesi gerekiyordu. Hafif uzamış saçlarının arasında parmaklarını gezdirdi. Aynayı kendine doğru çevirdi. Kalın kara kaşlarının altında kahverengi gözleri öfkeden hâlâ kırmızıydı. Görevden geleli birkaç gün olmuştu. Sıcacık evinde dinlenip çocuklarıyla, eşiyle mutlu vakit geçirmek varken niye her defasında böyle oluyordu? 

       Arabayı çalıştırıp hızlıca sürdü. Tepelik karanlık bir yere gelip durdu. Işıkları kapattı, motor hala çalışıyordu. Başını direksiyona dayadı. Baharı düşündü. Onun da şuan huzursuz olduğunu biliyordu. Elini yüzünde alnından aşağı doğru gezdirdi, sakal bıyık tıraşı olması lazımdı. Hafif uzamışlardı. Arabayı durdurup, arkadan battaniye alıp sarındı. Arka koltuğa büzüştü, yattı. Hemen uyuyamadı. Hayatı, film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Kurşun sesleri kulağında yankılandı. En yakın arkadaşının gözünün önünde can verişini hatırladı. Gece uykulardan sıçramasına sebep olan görüntülerdi bunlar. Oysa o çatışmaya kadar nasıl da sakin bir insandı! O güne kadar ağzına sigara bile sürmemişti.

      Salih, battaniye altında uzun bedeniyle titreyerek bunları düşünürken, Bahar, çocukları sakinleştirip yatırmış, banyoda oturmuş ağlıyordu. Kestane rengi saçlarını dağıtmış, iri ela gözlerinden akan yaşları siliyordu. Eşi görevden geldi diye yine güzel sofralar hazırlamış, en şık kıyafetlerini giyinmişti. Hepsini çıkartıp eşofmanlarını giyinirken, ağlayarak söylenmişti. ”Salaksın sen Bahar, bu defa farklı olur diye düşündüğün her zaman aynı şey oluyor, yine Salih küçücük şeyden bağıracak, öfkelenecek bir şey buluyor. Evle ilgisi yok, çocuklara, sana değer vermiyor. Sen hâlâ bu adamı mı seviyorsun? Bu son. Yarın ne yapacağımı biliyorum ben!”deyip gözünden akan rimelleri, dudağındaki kırmızı ruju peçeteyle sildi. 

        Salih, gözünü açtığında vücudu soğuktan kaskatı kesilmişti. Vakit öğle saatlerine yaklaşmıştı. Eve gittiğinde kapıyı açan olmadı. Anahtarını çıkartıp söylene söylene daire kapısını açtı. Sessizlik, dikkatini çekti. “Hafta sonu, çocuklar da evde olmalı” diye düşündü. Ne yapıyorlar ki diye yatak odasına yöneleceği sırada aynalı komidinin üzerinde bir kağıt dikkatini çekti. İkiye katlanmış kağıdı hemen açtı. Bir eliyle çenesini ovarken, diğer eliyle kağıdı tutuyor, titriyordu. Gözleri yazılara takılı kalmıştı.

 ”Bu defa dönüşü yok Salih. Karşılaşacağımız yer mahkeme salonları olur artık. “Çorba niye böyle tuzlu?, diş macunu neden ortasından sıkılmış?” diye kızamayacaksın. Sen görevde olup sana ulaşma imkanım yokken, niye bana çocukları yazdırdığım kurstan dolayı küplere binmene gerek kalmayacak. Tedavi olmayı kabul etmediğine pişman olacağını da sanmıyorum. Geriye kalan hayatında başarılar. Çocuklarını her zaman görebileceksin. Seni sevmiştim.”

         Salih iri bedeniyle yere yığıldı. Fiskos masasından destek almak isterken üzerindeki her şey devrildi. Uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yaptı, ağladı. Aynaya baktığında gözleri kan çanağına dönmüştü. Ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemedi. Peşlerinden yola çıkmak istedi. Bir gün sonra iş başı yapmak zorundaydı. Bahar, yol boyunca çocuklara belli etmeden, sessizce ağladı. Yıllar önce deliler gibi aşık olarak evlendiği kocasını bırakmak kolay bir karar değildi. Ailesinin de sıcak bakacağını düşünmüyordu. Bu defa netti. Salih’in “Deliler psikoloğa gider. Ailem, iş arkadaşlarım duyarsa rezil olurum. Senelerce zorla ulaştığım makamıma zarar gelir.“ düşüncesini bırakıp da tedavi olacağını düşünmüyordu. Aynı şeyleri yaşamak, gergin bir evde soluk almak, çocuklarını böyle bir ortamda büyütmek istemiyordu. Mücadele yeni başlıyordu. Yıllardır yapmadığı öğretmenliğini yapmak zamanı gelmişti. Salih ise yıkılmıştı. Soğuk, sessiz evde yalnız kalmak, üniformalarını kendi ütüleyip, sıcak kahvaltı edemeden işe gitmek zulüm gibiydi. Aileler devreye girdi. Salih, Bahar’a ulaşmaya çalıştı. Ama tedaviyle ilgili somut adım atmadan Bahar’ın kararından döneceği yoktu. “Tamam giderim.” dese de ikna edemedi. Koskoca binbaşıyı düşürdüğü hale şaşırıyordu Salih. Çok sevmesine rağmen niye böyle olmuştu. Eşi gittiğinden beri odalarında bile uyumamıştı. Her gece kanepe köşesinde kıvrılıyor, sıçrayarak kalkıyordu. Yine burnunda aynı koku, kan kokusu, zihninde arkadaşının son nefesini verdiği an, kulağında patlama sesleri oluyordu. Bu görevde olan çoğu kişinin yaşadığı türden şeylerdi, elbet normale dönecekti, kendince tabi. 

          Çocuklar babalarını sordukça, Bahar geçiştirmekten sıkıldı. Babalarıyla her zaman görüşebileceklerini ama artık aynı evde kalmayacaklarını açıkladı. “Babam hep sana bağırdığı için mi anne?” diye sorularını devam ettiriyorlardı. “Büyüdüğünüzde konuşuruz.” dedi Bahar. Tek celsede boşandılar. Biri annesinin yanında perişan, diğeri görev yerinde perişan bir yıla yakın yaşadılar. Arada Salih, çocukları için geliyor, her defasında Bahar’ı görmek için, onunla göz göze gelmek için can atıyordu. Artık işe gidip gelmek, çocuklarını ve Baharı düşünmekle geçiyordu zaman. “Çocuklar nasıl?” diye sorarken, “Sen nasılsın?” diye sormayı ihmal etmiyordu. Ayrılmış olduklarına inanmıyordu. Bahar, işe başladığında bir buket çiçek göndermişti. “Çocuklarımın kıymetli annesi, dünyanın en güzel öğretmeni Bahar’a…” diye not da iliştirmişti. Baharsa, Salih geleceği zaman heyecanlanıyor, biraz geç görüşecek olsalar merak ediyordu. Her defasında özlediğini fark ediyor, gitmesini istemiyordu. Her gün o mesaj atacak diye liseli gençler gibi telefon elinde, geziyordu. “Ne yiyor, ne içiyor, sağlıklı besleniyor mu?” her şeyini düşünüyordu. “Çocuklar merak ediyor, sağlığın yerinde mi?” diye ara ara yazıyor, bu bahaneyle Salih’ten haber alıyordu. Salih’in kendisine özel söylediği “Ela gözlüm” şarkısını devamlı açıyor, Salih’le tanışmalarını, anılarını hatırlıyordu. Alyansını da çıkartmamıştı. Okulda iş  arkadaşları onu evli zannediyordu. 

          Çocuklar babalarını çok özlemişlerdi. Bu yüzden hafta sonu bir Avm’de görüşme ayarlamışlardı. Fakat cuma akşamı beklenmeyen bir şey oldu. Tüm haber kanalları ülkede darbe olduğu haberini veriyor adeta yer yerinden oynuyordu. Bahar o akşam Salih’i aradı ama ulaşamadı. “Acil olarak göreve çıkması gerekmiştir.” diye düşündü. İki gün sonra Salih’in gözaltına alındığını öğrendiler. Ne olduğunu anlayamadılar. Ne anne babası ne de Bahar, Salih’e bir aydan fazla ulaşamadı. Vatanı için bunca mücadele eden, hayatını ortaya koyan bir insanın terörist olmasına Bahar da ailesi de inanmadı. Kendilerine bilgi de verilmedi. Bahar gündelik yaşamdan kopmuştu. Doğru düzgün bir şey yeyip içmiyor, konuşmuyordu. Her gün karakolu arıyor, bilgi almaya çalışıyordu. Salih, bir buçuk ay sonra Silivri’de ortaya çıktı. Bahar, haberini alır almaz yola çıktı. Çamaşır, kıyafet, her türlü ihtiyacını götürdü, içeriye almadılar. Sesini duymak istedi, izin vermediler. Hem artık onlar karı koca da değillerdi. Aylar sonra çocukların görüşüne izin verildi. Bahar devamlı, çocukların ağzından mektup yazıyor, desteğini esirgemiyordu. “Çocukların seni çok seviyor, seni çok özlüyor. Hep dua ediyorlar. Hep hatırlarındasın. Bunu sakın unutma.” cümleleri Baharın kalbinden Salih’in kalbine akan bir ırmaktı sanki. Salih de şiirler yazıyor, Bahara gönderiyordu. “Çocuklarıma” diye yazılı oluyor ama Bahar ağlayarak okuduktan sonra çocuklara farklı şekilde okuyor, duygu yüklü şiirlerden çocuklara bahsetmiyordu. Salih, yara bereleri iyileşinceye kadar tam olarak kendinde değildi. Üç ay hücreden sonra bir psikologla aynı koğuşa vermişlerdi. Fıtraten de sakin olan psikolog Gündüz Bey, arkadaş canlı birisiydi. Ansiklopedileri dahi okuyan, yoga yapan, yaşam enerjisi yüksek bir insandı. Zayıf, uzun, çevik bir bedeni vardı. Mavi gözlerini, karşıdakinin gözlerine diker, kendisine anlatılanları dikkatle dinlerdi. Salih, onunla her şeyini konuşuyor, yazı yazıyor, kitap okuyor, tüm hayatını süzgeçten geçiriyordu. “Ela gözlüm” şarkısını devamlı mırıldanıyor, Baharı düşünüyordu. Ona iletmediği o kadar çok şiir ve yazı yazmıştı ki birkaç defter böyle böyle bitmişti. 

         On beş kişilik koğuşta yirmi beş kişi kalıyorlardı. Boyası dökülmüş, açık sarı duvarlar iç açıcı değildi. Üzerine yığınla yazılar yazılmış, dert mabedi olmuştu adeta bu küçük oda. Alt katta sadece televizyon ve birkaç sandalye vardı. Burası daha geniş gibi gözükse de insana cazip gelen hiçbir yani yoktu. Sadece mekan değiştirmeye yarıyordu. Salih müebbetle yargılandığı mahkeme için hakime sunmak üzere bir çuval savunma dosyası hazırlamıştı. Günler öncesinden hazırlığını yapmış, hangi cümleleri kuracağını, nasıl davranacağını en ince ayrıntısına kadar hesap etmişti. Gün yaklaştıkça heyecanlanıyor, uykuları kaçıyordu. Sigara içmeyi bırakmış, düzenli spor yapmaya başlamıştı. Yabancı dil öğreniyor, kağıttan origami yapıyordu. Psikolog arkadaşının tavsiyesiyle yaptığı tüm bu şeyler ona çok iyi gelmişti. Çatışma izleri tamamen geçmese de artık kabuslarla uyanmıyordu. Kendini geliştirmeye odaklanmıştı. Şöyle böyle derken o gün gelip çattı. Kasım ayının sonunda Baharla tanıştıkları zamana denk gelmişti mahkeme tarihi. Tek pantolonu ve tek gömleğini önceden yatağı altına serip ütülü görünmesini sağlamıştı. Onları giyindi. Baharın kendisine yakıştırdığı gibi uzayan saçlarını arkaya doğru taradı. İnce tarağıyla kaşını ve bıyıklarını da düzeltti. Gardiyanın isimlerini çağırmalarıyla dört arabaya, diğer koğuştakilerle birlikte bindirildiler. Çatı davası için yoğun güvenlik önlemleri alınmıştı. Salih diğer yargılananlarla, elleri kelepçeli göründüğünde Bahar ayağa kalkmış, Salih’in gözlerine kilitlenmiş bekliyordu. Salih’in ona çok yakıştırdığı yeşil elbiseyi giymişti. Aileler, avukatlar, basın mensupları herkes bu davaya odaklanmıştı. Salon tıklım tıklım doluydu. Nasıl bir düzeni olduğu, oturma yerlerinin dizilişi bile fark edilmiyordu. Büyük, ahşap kaplı  pencerelerden içeriye sızan güneş ışığı da olmasa ortamdaki sıkıcılık daha da çekilmez olacaktı. Tanıklar daha çok koruma altına alınmış, hepsi başları yerde, bekliyorlardı. Hakim, iddianameleri okurken, süre bir hayli ilerlemişti. Salih, Bahar’a devamlı bakıyor, tebessüm ediyordu. Kendisine sıra geldiğinde ayağa kalktı. Hakimin diğer sanıklara olduğu gibi kendisine de birkaç cümleden başka söz hakkı tanımayacağını biliyordu. Yanındaki çuvala bakıp güldükten sonra kurguladığı gibi cümlelerini sıralamaya başladı. “Hakim bey, savunmama başlamadan önce çok önemli bir konuda açıklama yapmak istiyorum. Buradan eski eşime teşekkürde bulunmak istiyorum.” deyip müsaade aldı. Arka sırasında oturan Bahara döndü. “Bahar seni çok seviyorum. Senden hiç vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim. Benimle yeniden evlenir misin?”, dedi. Bahar, dondu kaldı. Sanıkların yakınları, avukatlar ve tüm salondakiler tarafından alkışlar salonda yankılandı. Sonrasında hakimin tokmağının üç vuruş sesi duyuldu. Bedenlere verilen müebbet ayrılık cezası, kalplere mühürlenen müebbet aşktı. 

      Zehra Canbaz

One thought on “Müebbet Aşk / Zehra Canbaz

Leave a Reply to İkbal Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *